18.yüzyılın
düşünce hareketinin resmini bir tabloya sığdırmak olanaksız. Bu sayfada, egemen
düşünce aydınlanma olsa da, hem aydınlanma düşüncesinin türdeş olmayan yapısını
hem de ona karşı tepkilerin oluşturduğu düşünsel birikimi, liberal düşüncenin
örneklerini ve diğerlerinin oluşturduğu çokluğu göstermeye çalışacağız.
Diğer
sayfalarda olduğu gibi, önce genel olarak bilim ortamına değinip, entelektüel
iletişimin resmi ve özel kurumsal yapısını ortaya koyduktan sonra, dönemin
düşünsel çerçevesini ve öne çıkan düşünürleri ele alacağız.
Metnin,
tablolarda yer alan notlar ile bütünlük içinde anlam ifade ettiğini bir kere
daha uyarmak isterim.
Konuya,
18.yüzyıl düşünürlerini bir arada gösteren bir tablo ile girelim:
18.yüzyılda
düşüncenin sürekliliği devam ediyordu. Geleneksel üniversiteler, daha önce
değindiğimiz ders programlarını sürdürüyorlardı. Kilise "Karşı
Reform" hamlesi ile kaybettiği entelektüel zemini bir ölçüde kazanmakta
başarılı olmuştu. Din savaşları sonrasının göreli huzurlu havasında, Protestan
düşüncesini taşıyan birçok yeni üniversite kurulmuştu ve kurulmaya da devam
ediyordu.
Ayrıca,”
çeviri ve edisyonlardaki azımsanmayacak miktarın gösterdiği üzere antik
geleneklerin büyük metinleri 17. ve 18.yüzyıllarda otorite olarak kalmaya devam
etti.” “Şüpheci gelenek, sofist gelenek, Tacitus geleneği ya da Stoacılık hiç
olmadığı kadar Aydınlanma felsefesinin ufkuna girdi.” Damme
İklim
değişiyordu. Sömürgecilik hareketinin tetiklediği uluslararası rekabet, pratik
faydaya dayalı yeni kurumları dayatıyordu. Eskilerin doğrularını belli
kalıplaşmış sistemler içinde aktaran geleneksel üniversitelere rakip öncü
kurumlar 17.yüzyılda ortaya çıkmıştı. Dünyevi amaçların isteklerine göre
tasarlanan bu kurumların sayısı hızla artmaya başladı.
Bilim
alanında ise yaklaşım farklılaşmıştı. Doğal dünya üzerine deney yapanlar
görünmeyen güçleri ve maddeleri tinsel ve mistik terimler yerine maddesel
terimlerle tanımlamaya başladılar. Priestley (1733-1804), Lavoisier (1743-1794)
gibi kimyacılar kimya alanında doğa felsefesinden doğa bilimine geçişin
öncülüğünü yaptılar. Ama yine de doğayla ilgilenenlere doğa filozofu demeye
devam edildi.
18.
yüzyılın ortalarında Newton'un düşünceleri artık geniş çevrelerce kabul
görüyordu. Isı, ışık, magnetizma ve elektrik alanında yapılan çalışmalarda onun
teoremleri kullanılıyordu. Newton'un yaklaşımı popüler yayınlarla daha geniş
kitlelere yayılarak onların evren görüşünü etkileyecekti.
"Gaston
Bachelard, 18.yüzyıldaki bilimsel anlayışın henüz görsellik ve merak
duygularından bağımsız olmadığını, sıradan ve renkli olayları görmezden gelen,
olağanüstü ve gizemli görüntüsüyle büyüleyen akılcı nitelikte bir etkinliğe
sahip olmadığını göstermiştir. Bilimsel anlayış yerleşmekle beraber, henüz
şaşırtıcı ve eğlendirici yönüyle öne çıkmaktan kurtulamamıştır." J.Russ
Dönemin
bir karakteristiği de "insan" üzerine olan ilginin belirgin şekilde
artmasıydı. Antropolojik yaklaşımlar ve tarih alanını felsefi olarak
anlamlandırma da yine yüzyıla özgü gelişmelerdi.
Düşünce
ortamına ve entelektüel ağlara biraz daha yakından bakalım.
"18.yüzyılda
"felsefi ağlar artık sırf fikirlerin ya da bilgelerin ağları değildir,
aynı zamanda enstrümanların ağlarıdır. Bütün bir uygulayıcılar topluluğu
imalatçıları, deneycileri ve koleksiyoncuları ilişkilendirir. Gerçekten de
bilimsel devrimin en büyük zorluklarından biri deneysel uygulamada kesinliğe
geçmekti; bu, deneylerin tekrarlanmasını her bir yerde mümkün kılacaktı.
Kuramsal hipotezleri deneysel pratiklere aktaran modern bilimler, hem doğa
filozofunu bilimlerin uygulayıcısına dönüştürmeyi başardı hem de enstrümanları
ve ölçüyü bilimsellik kriterleri olmaya teşvik etti. Bu yüzden filozoflar
sıklıkla kendilerine has enstrümanlar ürettiler ve bu esnada devasa zorluklarla
karşılaştılar. Hava pompası ve gaz ölçer gibi 18.yüzyılın ikinci yarısında
mevcut olan ve güzel havayı ölçmeye yarayan aletler felsefi faaliyetler için
ayarlandı, uyarlandı ve yapıtaşı haline getirildi. Haddizatında felsefi
değillerdi ama kullanımları itibarıyla filozoflara yarıyorlardı. Deneysel
bilimlerin kabul görmesiyle birlikte teknik kültür de felsefi dünyaya nüfuz
etti ve felsefi sorunları yönlendirip biçimlendirdi. " S.Van Damme.
Akademiler
"18.
yüzyıl içinde hemen hemen bütün monarşiler, bundan böyle tıpkı tiyatro, saray
balosu, saray karakolu gibi krallık sarayına dahil olan akademilerini kurmuşlardı.
Merkezi bir sarayı olmayan devletler de, bağımsız bir örgütlenmeyle
akademilerle aynı hedefleri izleyen "aydın cemiyetleri"ne yardımcı
oluyordu." Ulrich Im Holf
"1663
ile 1750 yılları arasında, Oxford ve Cambridge'ten dışlanmış olan, İngiltere
Kilise'sinin "Ayrılıkçılar"ı (Dissenters) için, Londra'nın içinde ya
da yakınlarında ve Lancashire'daki Warrington (oradaki öğretmenlerden biri de,
doğa felsefecisi Joseph Priestley'di) gibi taşra kasabalarında altmış kadar
akademi kuruldu.
Ayrılıkçı
akademiler, çağdaş felsefeye (örneğin Locke'un fikirlerine), doğa felsefesine
ve modern tarihe önem vererek (Avrupa siyasal tarihi için yaygınlıkla
kullanılan ders kitabı Alman hukukçu Samuel Pufendorf'un kaleminden çıkmıştı),
üniversitelerden daha az geleneksel, beyefendilerdense geleceğin iş adamlarına
göre tasarlanmış bir ders programıyla öğretim yapıyorlardı." Burke
"18.
yüzyılda tümüyle ya da kısmen doğa felsefesiyle uğraşan yetmiş kadar bilgi
derneği kurulmuştu; bunların en ünlüleri, Berlin, St. Peterburg(1724) ve
Stockholm(1739) ( Kungliga Svenska Vetenskapsakademie) akademileriydi; Fransız
Bilimler Akademisi de 1699'da yeniden örgütlendi. ( Londra'da Banks ya da
Berlin'de Maupertuis gibi) güçlü bir başkan ya da ( Berlin'de Formey ya da
Stockholm'da Wargentin gibi) etkin bir yazmanla, bu derneklerin yapabilecekleri
çok şeyler vardı. (Kopenhag Kraliyet Topluluğu (1745) nu da saymalıyız.)
Bunlar
bilgi-toplama gezileri örgütlüyor, ödüller koyuyor, karşılıklı ziyaretler
yaparak, mektuplar ve yayınlar yollayarak, bazen da ortak projeler
gerçekleştirerek ve böylece Leibniz'in salık verdiği öğrenim
"ticaret"ine ( einen Hande/ und Commercium mit Wissenschaften)
katılarak gitgide uluslararası bir şebeke oluşturuyorlardı". Burke
Bu
yüzyılda Almanya'da Üniversite yapılanmasında farklı bir durum ortaya çıktı.
" Üniversite tabanlı entelektüel ağlar, daha önce de var olmuştur ama hiç
bir zaman araştırmacıların kendi yollarını belirleyebileceği bir özerkliğe ve
entelektüel hayatın her alanını ele geçirecek bir güce sahip olmamıştır. Son
200 yılın felsefi sorunları, bu sistemin genişleme dinamiği tarafından
üretilmiştir. " Randall Collins
Berlin
Bilimler Akademi'sinin 1741'den itibaren yapılandırılmasına göz attığımızda,
geleneksel üniversitelerden farkı görebiliriz.
"Deneysel
felsefe bölümü kimya, anatomi, botanik ve tüm deneysel bilimleri kapsamaktadır.
Matematik bölümü geometri, cebir, mekanik, astronomi ve tüm soyut bilimlerden
oluşur. Kurgusal felsefe bölümü mantık, metafizik ve ahlakı; güzel sanatlar
bölümü Eski Çağ bilimlerini, tarih ve dilleri kapsar.
O
halde hemen hemen bütün bilimsel alanların olduğu bir akademi söz konusuydu.
Yönetim, başkanın ya da sekreterin elindeydi - sonuncusu on yıllar boyunca,
Berlinli bir Fransız Protestanı olan Johann Heinrich Samuel Formey'di. Her
bölümün, mali yönetimden sorumlu bir müdürü ve bir denetçisi vardı.
Özellikle
takvim satışlarından para kazanılıyordu. Berlin'de ikametgahı olan ve maaş alan
16 aktif üye vardı. Yazışarak üyelik yoluyla akademiyle bağımsız bir ilişkisi
olan -bütün Avrupa'ya dağılmış- yabancı üyeler, bilimadamları, ikinci bir grubu
oluşturuyordu.
Son
olarak onursal üyeler atanabiliyordu. Akademiye kabul, başkanın ve kralın
işiydi. Üyeler özellikle, çoğu Protestan olan Fransızlar ve İsviçrelilerdi.
Kral, dünya dilini bilen bu bilimadamlarını çoğunlukla Almanlara yeğliyordu. Onun,
Lessing'in atanmasına karşı çıktığı bilinmektedir.
Aktif
üyeler her yıl iki makale sunmakla yükümlüydüler. Bunlar akademi
toplantılarında okunmakta, sonra da Memoires'da yayınlanmaktaydı. Başka
yayınlar da oluyordu. Yazışan üyelerle olsun, başka akademilerle olsun, bütün
Avrupa'daki yazışma ağı önemliydi.
Salonlar
Dost
çevresi, sohbet ortamları yeni bir olgu değildir. Salonlar yine Fransa'da
17.yy. da da vardı. Ancak 18.yüzyılda katılımcılarının seçkinliği ve ev
sahiplerinin gücü onlara yarı kurumsal bir nitelik kattı.
"17.
yüzyılın sonlarında soylu ve büyük burjuva kadınlar, toplumsal iletişimin
günlük boşboğazlıklarına dalarak değil, belirli içerikleri olan konular
hakkında tartışarak gevezelik etmek ve konuşmak için özel kişileri, arkadaşları
ve tanıdıkları belirli tarihlerde evlerinde - salon'larında - kabul etmeye
başlamışlardı.
Soyluların
ve burjuvazinin arasından entelektüel ilgileri olanlar, bu bağımsız grubun
üyelerini oluşturuyorlardı. Yurtdışı gezilerini Paris'te geçiren arkadaşlar da
beraberinde getiriliyordu. Böylece başka bir örgütlenme olmaksızın küçük,
gayriresmi bir akademi oluşturuluyor, genel kültüre ve kültürlü insanlar
arasındaki arkadaşlıklara önemli katkılarda bulunuluyordu. Sohbete her şeyden
önce yazın, şiir sanatı, şiir yazmak ve giderek felsefi konular ve felsefi
yaklaşımlar egemendi. " Ulrich Im Holf
Salonlar
konusunda yapılan araştırmalar, bunların daha çok sosyal iletişim ortamları
olduğunu ortaya koyuyor.
Okuma
Toplulukları.
Örgütlü
okuma toplulukları, salon'larla benzer hedeflere ulaşmaya
çalışıyordu...Okumanın ve tartışmanın,
edebiyat kahvelerinin kuruluşuna değin gidebilen çeşitli biçimleri gelişmişti.
Okuma topluluğu özellikle Almanya'da yaygındı; ancak Fransa'da musee ya da
cabinet de Lecture olarak bilinmekteydi. Almanya'da zamanla bütün büyük
yerleşim birimlerinin - köylerde bile - rastlanabilen okuma topluluğunda, aydınlanmacı
anlamda daha geniş bir kitle eğitiminin ortak amacına ulaşılmaya çalışılıyordu.
Holf.
Masonlar
Masonlar,
Aydınlanma'nın taşıyıcıları arasında ilk sıralardan birini almaktaydı. Toplulukları, kurumsal bir çerçeveye
Aydınlanma'nın genel arzu ve düşüncelerini kazandırıyordu. Uluslararası -
kozmopolit olarak yapılanmıştı. Holf
Dergiler.
"Geniş
bir kitleye doğrudan doğruya yayılmak üzere aydınlanmacı bildirimin yeni biçimi
olarak genelde çok etkili bir rol oynuyorlardı.
Spectator
(1710-1724) 'da tüm olası konular haftalık raporlar halinde tartışılmaktaydı.
Örneğin 24 Kasım ve 20 Aralık 1714 tarihleri arasında şu konular
tartışılmıştı: İnsanlığın Değişik
Sınıflara Bölünmesi, Sonsuzluk Üzerine, Kilisede Uygunsuz Davranışlar Temizlik
Üzerine, Kusursuzluk Çabası Üzerine, Gelecekte Zihin Gücünün Genişletilmesi
Bu
makaleler hep antik yazarlardan alıntılarla donatılıyordu. Haftada bir
yinelenen bu kısa ve özlü raporlarla makaleler, kendilerine uygun okurlar
buluyordu; bundan böyle her türlü dergi için, değişik basım yeri ve değişik
biçimleriyle, kısmen de belirli bir konuda uzmanlaşmış " haftalık ahlak
dergileri" adı verilen dergiler için çığır açılmıştı.....
Kısa
bir süre sonra bunu tüm kıta izlemişti ve şimdi hepsi değişik adlarla bu
dergileri çıkarıyordu: Diario Tagebuch, Journal, Giomale, Gazette, Zeitung,
Magazin, Mercure (Fransa'da, Almanya'da ve İsviçre' de), Anzeigen, Beitrage,
Almanache.
Ansiklopedi
Yüzyıl
ortalarındaki " filozof'lardan söz edildiğinde, bundan ilk olarak, Büyük
Ansiklopedi'ye katılan Fransız yazarlar grubu anlaşılıyordu. Bu girişim, ilk
önce bir İngiliz ansiklopedisinin Fransızca baskısı olarak tasarlanmış, ancak
1746'da Denis Diderot görevlendirilene kadar yayınevi ve yayıncılar arasındaki
anlaşmazlıklar yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Diderot'yla birlikte bu
görev için, ilgileri gerçekten de ansiklopedik genişlikle olan olağanüstü çok
yönlü bir aydın kazanılmıştı. Hof
Ansiklopedi
sadece, zamanının bilgilerinin toplandığı bir kaynak değildi. Bilgiye yönelik
tutumunda kendince bir yaklaşımı vardı. Bu yaklaşım Descartes, ve Leibniz gibi
rasyonalistlerin bilgi anlayışına karşıttır. Onlar, dünyayı Bacon ve Locke'un duyu verilerini temel alan
bilgi anlayışı doğrultusunda
yorumluyorlardı. Hof
Ansiklopedi,
"zamanın nesline öyle eşsiz bir etkide bulunmuştur ki kamu fikrini ve
zamanın egemen ruhunu, yön verici tarzda, üstelik devrim doğrultusunda
belirlemiştir. " O.Edwald
Felsefe,
Fransız salon'larını kesin bir şekilde ele geçirmişti. Mantıklı düşünme biçimi,
ana motif olmuştu. Salon'ları ziyaret edenler, kendilerini filozof olarak
görüyorlardı. Bunun dışında bağımsız bir şekilde felsefeyle uğraşan yazarlar,
kitaplarıyla gittikçe daha fazla başarı kazanıyorlardı. İlahiyat kitaplarının
üretimi düşerken, felsefe kitaplarının üretimi iki katına çıkmıştır. Felsefi
bilgiler sadece bilimsel bilgiler için yararlı olmamalıydı. Nedenler felsefi
olarak tanındığında, mantığa uygun ilkelere göre hareket edileceği kanısı
yaygınlaşmıştı. Bu nedenle felsefi düşünme halka indirilmeli,
"popüler"leştirilmeliydi. Büyük filozofların çoğu kez güç anlaşılan
dili de, popüler felsefeyle genel olarak kavranabilecek şekilde
değiştirilmişti. Özellikle Fransız ve İngiliz yazarlar, felsefi bilgileri zarif
ve akılcı bir tarzda anlatmayı başarabiliyordu; çünkü bu iki dil - her biri
kendi tarzında - kendini aşırı titizlikle olmamakla birlikte oldukça uygun bir şekilde
dile getirme olanağına sahipti. İyi bir kitap - Voltaire'e göre çekici,
eğlendirici, ahlaki ve felsefi biçimde kaleme alınmalıydı. Böylece daha geniş
bir okuyucu kitlesi, felsefi düşünüşle tanıştırılabilirdi. Hof
Kütüphane
ağlarından önceki yüzyıllarda söz etmiştik. " 1750-1759 yılları arasında
Paris'te bütün kütüphanelerin % 14'nü oluşturan 140 özel kütüphanede felsefe
bölümü mevcuttu. Dökümlerde en sık rastlanan eser listeleri, felsefe eserlerini
Bayle'ın eleştiri sözlüğü veya Başrahip Pluche'ün Spectacle de la nature (Doğa
seyircisi) eserleriyle birlikte dokuzuncu rafa yerleştiriyordu. Bu aynı zamanda
Parisli seçkinlerin felsefeye duyduğu iigiyi de tasdik eder. Ayrıca okuduğunuz
kitaba önce sahip olacaksınız diye bir kaide de yoktu; başkentte açık
kütüphanelerin çoğalması, ödünç kitap uygulaması, 1764-1789 yılları arasında
okuma salonlarının açılması, Paris halkının ansiklopedik eserlere nasıl hayran
olduğunun da göstergesiydi." S Van Damme
Kitap
basımı ve çeviri etkinlikleri artık ayrıca sözü edilmeyecek derecede
gelişmişti. Düşünürlerin yapıtları birden fazla baskı yapıyor ve Almanca, İngilizce,
Fransızca dillerine karşılıklı olarak kısa sürede çevriliyordu.
Bu
yüzyılda düşüncelerin (fikirlerin) iletişiminde dil sorunu ortaya çıkar. Artık
ortak dil Latince yerine, yazarlar genellikle kendi dillerini kullanmaya
başlar. (Ağırlıklı olarak Fransızca öndedir.)
Yönetim
anlayışı
Aydınlanma
ikliminin oluşmasında yöneticilerin yaklaşımının rolü, ülkelere ve mezhepsel
sınırlara göre değişiklik gösteriyordu. Monarklar tebalarının bir an önce
"aydınlanma"sını ve diğerleri ile yarışta geri kalmamanın hesaplarını
yapıyorlardı. Düşüncelerin, bilimsel araştırmaların özgürlük ortamından
beslendiğinin bilincindeydiler. Ancak konu
iktidar olduğunda yaklaşımları kendilerinden öncekilerden farklı değildi.
Siyasi mahkumlar her yerde vardı. Özgürlük ortamları olarak, Hollanda,
İsviçre'nin bazı bölgeleri ve II.Frederich'in Brandenburg'u öne çıkıyordu.
"1740-
1780 yılları arasında Prusya'dan Napoli'ye, Rusya'dan Portekiz'e hükümdarlar ve
bakanları felsefeyle uğraşıp kendilerini "aydınlanmış" ilan ederler
ve düzeni ilerlemeyi savunup insan sevgisiyle dolu özgürlükçü bir reformdan
yana olduklarını ilan ederler." S. Goyard Fabre
Sansür
yine iş başındadır. "Ansiklopedi" nin yayınlanma sürecinde Devlet
Konseyi ilk iki cildi yasaklar. Daha sonra yayınlanmamak koşuluyla basıma izin
verilir. 1758 yılında koyu dindar
çevreler o güne kadar yayımlanmış ciltleri yasaklatır, bu ciltler 1759 yılında
Papa tarafından da mahkum edilir.
Aralarında
Voltaire'in "Felsefe Mektupları"nın ( 1733) ve Rousseau'nun
Emile'inin de ( 1762) bulunduğu birtakım kitaplar hala alenen yakılmaktaydı.
Toplum Sözleşmesi, Rousseau'nun Fransa'yı terketmesine sebep oldu.
Kanunların
Ruhu, 1751 de Yasak Kitaplar Listesi'ne alındı. David Hume'un bütün yapıtları
da Yasak Kitaplar Listesi'ndeki yerini almakta gecikmedi.
Beccaria'nın
ceza hukuku üstüne ünlü yapıtının İspanyolcaya çevrilmesi yasaklandı.
Prusya
örneğinde görüldüğü gibi, özgürlük hükümdarların tutumuyla yakından ilgilidir.
Halle Üniversitesi'ne felsefe profesörü olarak atanan Wolff kısa süre sonra din
adamları tarafından determinist ve din düşmanı diye suçlandı. 1723'te Prusya
Kralı I. Friedrich Wilhelm onu bütün görevlerinden azledip sürgüne gönderdi. Görevine
dönmesi Büyük Friederich'in iktidara gelmesi ile mümkün olabildi. Friedrich’in ardılı
II.Friederich Wilhelm 1788 yılında çıkardığı sansür fermanıyla yasakçı bir
yaklaşım izlemeye başladı.
Özetlemeye
çalıştığımız bu ortamda, düşüncelere dönebiliriz.
18.yy.a
egemen olan düşünce "Aydınlanma" oldu.
Aydınlanma
düşüncesinin ana kaynakları İngiliz düşünce dünyasındadır. " Bu
doğrultunun temellerine daha Ortaçağ'da Duns Scotus, Roger Bacon'da, Ockham'lı
William'da rastlarız; çok daha belirgin olarak Yeni Çağ'ın eşiğinde Bacon von
Verulam'da, Herbert von Cherbury'de, Thomas Hobbes'da; asıl Aydınlanma Locke ve
Newton'da başlayıp David Hume'da zirveye ulaşır." Oskar Edwald
Aydınlanma
düşünürlerinin yöntemleri olguları esas alan, gözlem yoluyla yasaları ve
nedenleri öğrenmekti. Gerçeği bulma yönünde 17.yy. matematikçi bakış açısına
kuşku duyuyorlardı. Metafiziği bilinmeyenin alanı olarak gördüler. Etiği,
metafizik ve teolojiden ayırmaya gayret ettiler.
Monarşik
yapının keyfi yönetimi ve dayandığı geleneksel yapı düşünürler tarafından
sorgulandı.
Aydınlanmacı
düşünürlere göre, inançlar din adamlarının sözleriyle, kutsal kitapların
yazdıklarıyla ya da geleneklerle temellendirilemezler; inançlar ancak usun
eleştirel süzgecinden geçirildikten sonra benimsenebilirler. F.S.
Aydınlanmalar
Aydınlanma
başlığı altında, farklı coğrafyalarda, kendi tarihsel koşullarında düşünce
üreten ve birbirleriyle çelişen düşünceler çokluğundan söz edebiliriz.
"Aydınlanma
yalnızca ve tek anlamlı olarak bilimsel empirizmle, sistem düşüncesinin
eleştirisiyle veya salt akıl kültürüyle açıklanamaz. Aydınlanma rasyonalist
akımlarla ilişkili olduğu kadar, ateizm, duyumsalcılık ve materyalizmle de
ilişkilidir. Almanya, İngiltere ve Fransa' da onyedinci yüzyılın seksenli
yıllarında başlamış ve Fransız Devrimi ile doruk noktasına ulaşmış olan
Aydınlanmayı, programlı olarak aklın etkinliklerine bağlanan bir çağ olarak
özetleyebiliriz." B.Recki
Önemli
bir diğer olgu da, amacı eskiye dönmek olmamakla birlikte, insan aklının
egemenlik girişimlerine, geleneksel çevrelerden gelen ciddi eleştirilerin
varlığıdır. Bu eleştirilerin nedenleri de farklı sosyolojik koşullar ile
bağlantılıdır. Kıtada merkezi güçlü konumundan yararlanan Fransa'nın süreç
içinde aydınlanmanın sonuçlarını kendi hegemonyası için devşirmeye kalkması
(Devrim sonrası Napolyon savaşları), başta Almanya olmak üzere tepkilere neden
olmuştur. Erken Alman romantikliği ve daha sonra 19.yüzyılda geniş bir alana
yayılan Romantik hareket biraz da bu bağlamda okunabilir.
Aydınlanmanın
tümü kapsayıcı evrenselci iddialarına, kültür ve tarih bağlamında farklı
düşünceler geliştiren önemli isimlerin varlığını da dikkate alırsak,
gösterilmesi ve izinin sürülmesi oldukça güç ağların varlığı ile karşılaşırız.
Aydınlanmanın
içeriden gelen eleştirileri de dikkate alındığında, tek bir aydınlanma değil,
aydınlanmalardan söz edilebilir.
"Yeni-Kantçı
düşünür Ernst Cassirer Aydınlanmayı akılsallıkta kökleşen, rasyonalitede
tecessüm eden bir değer sistemi olarak yorumlar. Ona göre, fikirleri göreli
olarak homojen bir bütün meydana getiren Aydınlanma, insani işlerin veya
kamusal alanın inanç, batıl itikat veya din tarafından değil de, akıl
tarafından yönetilmesi ve yönlendirilmesi arzusunu, aklın toplumu değiştirme ve
bireyi gelenek ve keyfi otoritenin baskı ve tehditlerinden kurtarma gücüne
beslenen inancı, din ya da gelenek yerine bilim eliyle geçerli kılınan veya
meşrulaştırılan bir dünya görüşünü ve nihayet, Batı Avrupa'nın büyük
düşünürlerinin bütün bu talep, özlem ve bakış açılarına cevap veren entelektüel
hareket ya da felsefesini ifade eder."
Düşünce
insanı anlamaya odaklanır. Söz konusu olan sadece birey değil, tarihi süreci
içinde insan ve toplumdur. İnsan üzerine düşünmeler psikoloji biliminin, toplum
üzerine olanlar da sosyolojinin alanını açacaktır.
"18.
yüzyılın düşünürleri, yüzyıllarını "felsefe yüzyıl"ı saymayı
alışkanlık haline getirmişlerdi ve kendilerini de filozof olarak görmekten
hoşlanıyorlardı. Felsefeyle uğraşmak, Aydınlanma'da hala eski Yunan'da olduğu
gibi bilgelik eğilimi ya da sadece bilgi sahibi olmak, bilimle uğraşmak,
araştırma yapmak, düşünerek bir şeyler ortaya çıkarmak, insanın görevlerine ve
doğaya ilişkin bilgileri edinmek anlamlarını taşıyordu.
Hala
- Eski Çağ ve hümanizmde olduğu gibi - temel sorular söz konusuydu: Bilme,
bilmeyi ne duruma getirir; sezgi ve apaçıklık anlaşılabilir bildiriler midir?
Bilginin kaynaklan nelerdir; duygu ve akıl adını verdiğimiz şeylerin ardında
yatan nedir?
Felsefe,
dünyanın gidişine ilişkin bir "dünya bilgeliği" ne dönüşmüştü; artık
sadece kilise öğretisine uygun katı kuralların Katolik ve Protestan
ilahiyatçıları tarafından· aktarılan Latince okul felsefesi değildi. Artık
"ilahiyatın hizmetçisi" olmak istemiyor, aksine bağımsız bir yer
istiyor, hatta ilk sırada hak iddia ediyordu. Artık sadece kuram sunmak
istemiyor, aksine "pratik akıl" olarak, "sağduyu" olarak
yararlı olmak istiyordu.
Metafiziğin
genel tinsel ilişkiler hakkında, bilme ve inanç hakkında, tasarımlar ve onların
doğruluğu hakkında yanıtlar verdiği biliniyordu. Etik - şimdi çoğunlukla ahlak
felsefesi olarak adlandırılıyordu- doğru yapma ve yapmama hakkında, hangi
mezhepten, ulustan ya da ırktan olursa olsun insanların asıl görevleri hakkında
bilgi veriyordu. Felsefi düşünme, bağımsız düşünme anlamını taşıyordu. Artık öteden
beri var olan otoritelere inanılmamalıydı. Her şeyin - günümüzün kavramıyla
söylenirse - soruşturulması gerekiyordu. " Hof
"Pragmatik
Açıdan Antropoloji (1797) adlı eserinde, Kant antropoloji disiplinini şöyle
tanımlar:
Sistematik
olarak ele alınan bir insan bilimi öğretisi (Antropoloji) fizyolojik bir bakış
açısıyla veya pragmatik bir bakış açısıyla ele alınabilir. İnsanın fizyolojik
bilgisi doğanın insanda yarattığı şeylerin keşfedilmesini hedefler; özgür bir
eylemselliğe sahip bir varlık olarak insanın kendisi üzerinde gerçekleştirdiği,
gerçekleştirebileceği veya gerçekleştirmek durumunda olduğu şeylerin pragmatik
bilgisi." J.Russ
İlerleme
Bilimin
ilerlemesi, insanların mutluluğa doğru yürümesinin güvencesiydi. İnsanlığın
sonsuza kadar ilerleyeceğine duyulan bu inanç, öte yandan bilimsel keşiflere ve
o yüzyılda elde edilen ekonomik gelişmeyle de destekleniyordu.
"Sözleşme,
Aydınlanmanın toplum ve özellikle devlet düşüncesindeki temel zihinsel
kategorisidir. Bu kavrama, Hobbes ve Locke'dan, Grotius ve Diderot'ya kadar
farklı düşünürlerde ve hepsinden önemlisi Rousseau'nun 'Toplumsal Sözleşme'
sinde de rastlıyoruz.
Rousseau;
sözleşmeyi başından beri Aydınlanmanın diğer bir temel değeri olan eşitliğe
bağladı. Ona göre, 'Toplumsal Sözleşme', kendilerini genel iradenin tümüyle
altında gören özgür ve eşit bireyler arasındaki bir anlaşmadır.
Evrensellik,
Hoşgörü, Özgürlük, Mülkiyet, Eleştirel bireycilik, özgürlük, bütün insanların
eşitliği, hukukun evrenselliği, hoşgörü ve özel mülkiyet hakkı: Bu değerler,
Morelly ve Mably gibi akımın aşırı kanat üyelerinin özel mülkiyet hakkı
konusundaki ayrıksılığına benzer bir iki örnek dışında Aydınlanmanın ortak
paydalarıydı. Aydınlanma düşünürleri, her biri diğerlerinden farklı yollarla
kendi dünya kavrayışlarını kurarken ortaklaşa savundukları bu temel değerleri
kullandılar.” L.Goldmann
Fransa
aydınlanma
Fransa'ya
aydınlanma etkileri İngiltere'den gelir. Bu çok doğaldır. İngiltere bu
düşüncelerin oluşmasının siyasi laboratuvarı gibidir. (Tablolarda gösterilen,
düşünürlerin İngiltere seyahatleri ve sürgünler dikkat çekicidir) Kıtada özellikle Fransa’daki monarşik yapıdaki
yönetimsel sorunlar, burada oluşan düşünsel birikimin ve geleneğin hedefi
olmuştur. Büyük sistemci düşünürler olmasalar da, Fransız aydınlanmacıları
devrimle sonuçlanan özgün düşünceler üretmişlerdir.
Niçin
Fransa sorusuna bir yanıt da, R.Collins’in Wuthnow’un Aydınlanma Kuramı’ından
yaptığı alıntıyla açıklanabilir. Buna göre “ Aydınlanma entelektüellerinin
çeşitli koşulların bir kombinasyonunun var olduğu yerlerde ortaya çıktığını
gösterir. İlk olarak devlet bürokrasisinin büyümesi, yönetim merkezlerinde
prestij için rekabet eden devlet memurları, hukukçular ve salon çevreleri
arasında bir himaye tabanı üretmiştir ve bunlar entellektüeller için hem bir
insan kaynağı, hem de eserlerini okuyan ve yayan eğitimli bir kitleye
dönüşmüştür. İkinci olarak, bağımsız yargı erkleri ve temsili parlementolar
arasında bölüştürülen otorite, politik hiziplerin merkezdeki mevcut ganimetler
üzerine rekabetini güçlendirmiştir.”
Karşılaştırmalı
bir yöntem kullanarak, dizgeli biçimde siyaset üzerine düşünmeyi denemiş olan
Montesqieu, döneminde benzer düşünceleri dile getiren başka Aydınlanmacı
düşünürler olmasına karşın, bu yönüyle tektir. F.S.
Avrupa
hukukunun gelişiminin felsefi bir çözümlemesi ve sistematikleştirilmesi olan
Esprit des Lois' sını (Kanunların Ruhu) yayınlamıştır. Off
“Bu
kitabında, aristokrasi genel bir güçler ayrılığı öğretisine ve ezici, Doğu
tarzı merkezi devlet, haremler ve geri kalan her şey karşısında özgürlüklerin
savunusuna yükseltilir.” Collins
“Montesquieu'nün
doğru bir anayasa ideali hakkında söylediklerinde o zamanki Fransa'nın
koşullarının şiddetli bir eleştirisi vardır. Bunun, yazarının niyeti ne kadar
azsa da devrimin hazırlanmasında payı vardır; geçerli hukukun göreceliğinden
emin olma yolunu açarak egemen güçlerin mutlaklığına inancı sarsmıştır.” Ewald
İngiltere’den
döndükten sonra yazdığı Felsefe Mektuplar’ı (1734) “hayatı boyunca işleyeceği temel
noktaları Montesquieu’nun ilk uzmanlık alanını anımsatacak şekilde doğu
masalları, alegoriler, hicivler ve tarihçe formunda ortaya koyar.” Collins.
Voltaire
etiğin pratik yaşamla ilişkili yönleri ile doğal ahlak anlayışının birarada
düşünülmesi yönünde gayret gösterdi. Hristiyanlığa getirdiği eleştiriler,
Tanrı'dan insan'a, göklerden yeryüzüne ve günlük yaşam gerçeklerine dönülmesi
yönünde tekrarlanan çağrılardır. "
“Voltaire,
insan özgürlüğü ile insanın toplumsal bir varlık olması olgusu arasında doğrudan
bir bağlantı bulunduğuna dikkat çeker. Özgürlük kavramı üzerinde son derece
belirleyici olan iyi ve kötü kavramlarını da son çözümlemede metafizik akıl
yürütmelerle dünya ve toplumun dışında aramak yerine, topluma verdikleri
yararlar ve zararlar açısından değerlendirmek gerektiğini ileri sürmektedir.
" Felsefe Sözlüğü
“Voltaire,
metafizik karşıtı bir Deizmi benimseyerek, hem Spinozacıların hem de Platonik
zincirlerin Deizmlerini reddetmiştir.” Collins
"Ana
eserinin aşırı Duyumculuğu, burada aynı şekilde aşırı bir Nominalizmle
(Adcılık) bütünleşir. Konuşmak, düşünmedir, çünkü düşünme, konuşmadan başka bir
şey değildir. Nesnel gerçeklikler olarak genel kavramlar yoktur, genel
kavramlar yalnızca kafamızda hem de yalnızca
adlar olarak vardır.
Hesapların
Dili 'ndeki ifadesiyle, her dil bir analizdir ve her analiz bir dildir. İlki
Gramer'de, sonuncusu Mantık gösterilir. Ana eserinin aşırı Duyumculuğu, burada
aynı şekilde aşırı bir Nominalizmle (Adcılık) bütünleşir." O.Ewald.
"Condillac'ın
heykel tasavvuru Montesquieu'nün yasaların ve ana yasaların çeşitliliğini doğal
unsurlardan kaynaklandırmak girişimi ile Voltaire'in kültür gelişimini benzer
biçimde analitik ve genetik açıklamasıyla sıkı bir ilişki içindedir. Ve
Rousseau yeni, temel dayanak olanı ne kadar çok temsil etse de onun eseri de
nihayet insanın, toplumun, devletin, kültürün oluşumlarının ilk şartlarında bir
erimesi ve bunlardan tarihileşmiş ve katılaşmış olandan daha iyi ve daha saf
bir yapı yaratma çabasıdır." E.Oswald
Diderot, Ansiklopedi'nin batıl inançlara, dinin
getirdiği baskılara ve yarattığı kötülüklere, siyasi haksızlıklara, kısacası
yaşadığı çağda toplumu adaletsiz ve düşkün kılan her şeye karşı güçlü ya da
mutlak bir silah olmasını istiyordu. Zihinlere kök salmış önyargılara elbette
doğrudan saldırmak mümkün değildi, fakat bunlar ustaca yıpratılabilir ve
hırpalanabilirlerdi. Bunun içinse bir maddeden diğerine atıflarda bulunmak,
ustaca tasarlanmış geçişler yapmak gerekiyordu. Bu atıflar, onun deyimiyle Ansiklopedi'nin
"açıkça sataşmayı göze alamayacağı birtakım ilkelerle gizlice çalışacak,
gülünç kanıları sarsacak, tartaklayacak ve en nihayetinde yıkacaktı."
Üstelik, ona göre, akıllı okuyucular bunu fark edince, hiçbir şekilde tedirgin
olmayacaklardı. "Çamur köşkler böylelikle çökecek, faydasız toz bulutları
dağılacaktı." "Diderot bilgi
görüşünde, materyalizmine bağlı olarak,
hemen bütün Aydınlanma düşünürlerinde olduğu gibi, empirizmi, hatta daha
doğrusu standart duyumcu anlayışı benimser. Her tür doğuştan ilkeyi reddeden
Diderot'un duyumculuğu, o fizyolojik bir şey olarak duyarlıktan zihnin daha
karmaşık işlemlerine geçtiği zaman açıklıkla ortaya çıkar." A. Cevizci
D'
Alembert bilim ya da bilgi anlayışı bakımından pozitivist olmanın yanında,
pragmatist bir düşünürdür de. Bilgiyi, fenomenlerin "gerçek" doğaları
yerine, onların insan tarafından algılanışına dayandırır. Onun bilgiyle ilgili
görüş ve tartışmaları baştan sona insan merkezlidir. Ahlaklılığın öğelerinden
sanatlar ve bilimlere kadar bütün bilgi türlerinin, insanın ihtiyaçlarının
karşılanması amacıyla organik olarak ortaya çıktığını bildirir:
"Eğer
insan mutlak zorunluluk düzleminde birtakım bilgilere sahip olsaydı, yüreğinin
gücü fazla dayanmazdı buna. Doğa ona ihtiyaçlarının ne olduğunu öğretmiş ve bu
ihtiyaçları karşılayacağı araçları sunmuştur." Ahlaklılığın nihai amacı
mutluluktur; fakat bu, bireysel mutluluktan ziyade sosyal mutluluk olmak
durumundadır. Söz konusu genel mutluluğa zarar veren her şey, ona göre, ahlaken
kötüdür. A.Cevizci
Rousseau,
aydınlanmanın kozmopolitan tinini sevmedi ve onaylamadı. Sezgiyi ve iç duyguyu
yükseltmesi 18.yy.ın ikinci yarısında oldukça yaygın olan kuru akılcılığa
karşıt olarak doğan bir tepkiye anlatım veriyordu. Copleston.
"Rousseau
kimilerine göre daha doğal, daha özgür ve daha adil bir dünyanın peygamberi, kimilerine
göreyse kafası karışmış bir idealist hatta tehlikeli ölçüde aşırı biriydi. Çok
geçmeden (ilk kez, onun görüşlerine saldıran İtalyanca bir kitapta) "
sosyalist" olarak damgalandı. Ondokuzuncu yüzyıl ilerledikçe bu terim
radikal bir eşitliği savunan herkese uygulanır oldu."Hoff
“İskoçya
Aydınlanması” tabiri ağırlığını üniversite çevrelerine borçludur. Edinbourgh
Üniversitesi, 18.yüzyıl boyunca kurumsal dönüşümler geçirdi ve bu sayede
Britanya üniversiteleri aleminde farklı bir konum elde etti. Profesörleri atama
ve onları mükafatlandırma sistemi yerel himayeye sıkı sıkıya bağlıydı; arada
bir saray müdahil olsa da mevki atamalarının çoğunu Kent Konseyi denetliyordu. Damme
"Zamanının
iyimserliğini paylaşan Hume, evrenin tüm problemlerini çözme yolunu, gayet
kartezyen biçimde, bilimsel yöntemde görüyordu. İnanıyordu ki bu tip bir yöntem
bizi insan doğasına ilişkin açık bir anlayışa götürebilir ve özellikle de insan
zihninin nasıl işlediğini gösterebilir." Hünler
Ancak,
doğanın işleyişiyle ilgili olarak önemli bir düşünme kategorisi olan
"nedensellik" üzerine yaptığı akıl yürütmeler, Hume'un iyimserliğini
yok etti. Akla duyduğu inanç onu şüpheciliğe götürdü.
"JeremyBentham gibi yararcılar, Hume'un ahlâkî ve estetik yargıları, İnsanî arzunun ya
da haz ve acı çekme kapasitesinin bir yansıtılması olarak gören tanımını
geliştirdiler." West
Almanya
aydınlanma
Almanya'da
ise yabancı etkiler fazladır. Edwald
durumu şöyle özetliyor: " Aydınlanma temelini İngiltere'ye, derinleşmesini
Almanya'ya, söylemini ve itici gücünü Fransa'ya borçludur".
"1784
yılında, Aydınlanma işinin çok büyük bir kısmını hayata geçirdiği zaman, Kant
onu, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış halinden çıkışı
diye tanımladı ve Sapere aude'yi -"Öğrenme ve bilme cesareti göster!
", "Keşfin tehlikelerini göze al! Engellenmemiş eleştiri hakkını
kullan! Özgürlüğün yalnızlığını kabul et"i- onun mottosu olarak takdim
etti. Diğer filozoflar gibi, Kant da Aydınlanmayı insanın bir yetişkin, sorumlu
bir varlık olarak kabul görme talebi diye gördü." Gay
Kant'ın
öğrencisi olan Herder'in görüşleri onun ilgi alanındaki düşünürleri bize
aktarıyor. "Leibniz, Wolff, Baumgarten, Crusius ve Hume'u inceliyordu;
Newton , Kepler ve fizikçilerin doğa kanunlarını araştırmış zihni, Rousseau'nun
en yeni eserlerini ve bilimdeki son keşifleri de aynı ölçüde kavrayabiliyordu .
. . Hepsini değerlendiriyor, doğa ve insanın ahlaki değerine dair tarafsız
bilgilerle geliyordu. "
Son
çıkan Alman, Fransız ve İngiliz yazarları okuyup takdir etmekle kalmıyor,
teorilerini de pratiğe geçirmeye çalışıyordu.
Şüphecileri
"soruşturmalarında ısrar eden" araştırmacılar olarak niteleyen eski
Pyrrho'cu anlayıştan faydalanıyor, aynı zamanda bu ismin "şüpheci
disiplini" nitelemek için Sekstus Empirukus tarafından kullanılan isim
olduğunu öğrencilerine açıkça anlatıyordu.
Kant'ın
konumunu belirlemek kolay değil. Burada Birgit Recki'den yardım alacağız.
"Doğa biliminin empirik programını Aydınlanmanın en önemli hareket noktası
sayarsak ve bu programla birlikte boş inançların yanı sıra geleneğin sonsuz
hakikatlerinin de yürürlükten kaldırıldığını düşünürsek, Kantçı akıl
eleştirisinin, önsellik vurgusuyla, hem -Kant'ın önceleri bağlandığı Newton'un
idealinden hem de çağın ideallerinden uzaklaştığını keşfederiz.
Aydınlanmanın,
rasyonalist eğilimi bir tarafa, insani bilgiyi anlamak için, her şeyden önce
materyalist ve duyumcu hareket noktalarından hareket ettiğini kabul edersek,
Kant'ın aşkınsal idealizmini Aydınlanma programına kesin bir yüz çevirme olarak
okuyabiliriz.
Kant'ın
ahlak felsefesiyle ilgili postulalar öğretisindeki görüşü, yani Tanrı'nın
varlığını spekülatif olarak kabul etmediğimiz takdirde, özgürlük idesinden
feragat etmekle kalmayıp eylemin pratik güvencesini de kaybedeceğimiz
iddiasını, Aydınlanmaya bir meydan okuma olarak anlayabiliriz."
....
Diğer yandan
"
Kant Berlin hareketinin doruk noktasında Aydınlanma nedir? sorusunu
yanıtladıysa, bunu sırf çağın ruhunu
mesafeli olarak gözlemleyen biri olarak değil, çağına bağlanan biri olarak
yapmış olmalıdır. Kant, aklı sadece karşıt bilgi üretme ve saf kavramsal
spekülasyon yeteneği olarak değil, aynı zamanda tutarlı bir ben kavramından
çıkan eleştiri mercisi olarak görür ve ayrıca, onu ilkeler yetisi olarak
tasarlar. "Akıl, güçlerini kullanırken takip ettiği kuralları ve
niyetlerini doğal içgüdünün ötesine genişletebilen ve kendi planları için sınır
tanımayan bir varlığa ait bir yetidir".
Kant, Aydınlanma çağında, Aydınlanma üzerine düşünürken atıfta bulunduğu
öz-anlayışı, işte bu şekilde özetler."
Rusya'da,
18.yüzyılın ilk yarısının önde gelen önderleri , Aydınlanma'ya " kısa
sürede sağlayacağı pratik yararlar"ı açısından baktılar. Siyasal ve
toplumsal sistemin tepeden tırnağa reformdan geçirilmesinin gerekebileceğini
düşünmediler. Otokrasinin elindeki " Musa Asası"na, onun [dürterek]
ulusu uyandırıp, aydınlatma ve ilerleme yoluna sokabilecek güçte uygarlaştırma
misyonuna karşı, içlerinde derin bir inanç yatmaktaydı.
Aydınlanmaya
tepki, erken romantizm.
Gelecekte
romantiklerin yeniden keşfedeceği, Giambattista Vico, yaşadığı dönemin egemen düşüncesi olan Kartezyen ve doğa bilimci
bakış açılarına karşı, tarih, kültür ve insanbilim yaklaşımlı düşüncelerle
farklı bir alan açtı. ”Tarih temelli bütün toplumbilimlerini doğa bilimlerinden
daha üstün bir konuma yerleştirmiştir.” F.S.
Alman
şair Novalis, "mucizevi ve gizemli şeyleri ortadan kaldırmak için her
şeyin matematiğe uydurulma" sını isteyen "Aydınlanma'nın sert, soğuk
ışığı"ndan söz ediyordu. Kasvetli
bir ussallık her yerde egemen olmaya başladı. Dünya büyüsünden sıyrılmış, genç
kuşaklar için giderek daha sıkıcı bir yer haline gelmişti. Radikal Aydınlanma
üstünkörü bir şeydi: Derinlikten yoksundu, ruhun uyuyan güçlerini harekete
geçirmeye yetmeyen kısır eleştirilerle ve sığ ahlak öğütleriyle yetiniyordu.
Akıl çağının felsefi yıkım ve temizliklerinden sonra, 1770-80'Ierde okültizm,
simya ve büyüye ilginin yeniden canlanmasıyla kendini gösteren ön-romantik bir
hareketlenme yaşandı.
....Daha
1708'de, Locke'un takipçisi olan ve İngiliz Yeni Platoncularından kuvvetle
etkilenen Shaftesbury, Letter Cemcerning Enthusiasm'ında (Sarhoşluk Üzerine
Mektup) tanrısal bir uyum içindeki doğa karşısında duyulan yeni bir tür çoşkulu
hevesten söz ediyordu.....
1770'
lerde Alman gençliği isyanını Sturm und Drang ( Çoşkunluk) hareketiyle
gösterdi. Bu harekette her şey çılgın, kontrolsüz egzantrik ve parlaktı -
Aydınlanma'nın daha önceki temsilcilerinin yaptığı gibi sıkıcı, ortalama,
dengeli ve saygıdeğer değildi. Gençler hem sözcük anlamıyla hem de mecazi
olarak sarhoşluk içindeydi. Geceler boyunca eğleniyor, eski halk türkülerinde
sözü edilen bozulmamış köylü kızlarının çekiciliğine övgüler düzüyordu. Tiyatro
sahnelerinde, Aydınlanma'nın ilk zamanlarının duygusal ahlak öğütlerinin yerini
Ortaçağ şövalye ve haydutları aldı. Uluslar, Ortaçağ'ı yeniden keşfettiler.
Almanya'nın abartılmış akılcılığa gösterdiği bu tepki daha sonra bütün
Avrupa'ya yayılacaktı.
On
sekizinci yüzyılın sonlarında, hem Voltaire'in keskin yergilerini hem de Edward
Young'ın Night Thoughts'unu (birincisini açık bir zihinle, ikincisini ise
duygusal bir rehavetle) okuyan birçok erkek ve kadın vardı. Radikal
Aydınlanma'yı ve gerici romantizmi reddederken, hem Aydınlanmaya hem de
romantik duygusallığa yakınlık duymak elbette olanaklıydı. Aslında 18. yüzyılın
bütün fikirleri (nereden gelirse gelsin) özümseyebilecek kadar liberalleşmesi,
Aydınlanma sayesinde gerçekleşmişti. Hof
B.Berksan
Kaynaklar:
Avrupa'da
Aydınlanma, Ulrich Im Hof, Afa Yayınları
Avrupa
Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ, Doğu Batı Yayınları
Aydınlanma,
Felsefe Tarihi, Copleston, İdea yayınları
Aydınlanma
Sempozyumu, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi
Aydınlanma,
Siyaset Felsefesi Sözlüğü İçinde, Simone Goyard-Fabre, İletişim yayınları
Bilginin
Toplumsal Tarihi, Peter Burke, Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Bilim
ve Gelecek (Aydınlanma Sayısı)
Dört
Adalı, S.Z.Hünler, Paradigma
Erken
Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner, İş Bankası Yayınları
Felsefe
Ansiklopedisi, Editör: Ahmet Cevizci, E Babil Yayınları
Felsefe
Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları (F.S)
Fransız
Aydınlanması, Oskar Ewald, Doğu Batı Yayınları
Hakikate
Yelken Açmak, Stéphane Van Damme, Cogito, YKY
İlerleme,
Reinhart Kosselleck
J.J.Rousseau,
Leo Damrosh, İş Bankası Kültür Yayınları
Kıta
Avrupası Felsefesine Giriş, David West, Paradigma Yayıncılık
Kant,
Manfred Kuehn, İş Bankası Kültür Yayınları
Rus
Düşünce Tarihi, Andrzej Walickich, İletişim Yayınları
Siyaset
Felsefesi Sözlüğü (içinde) Aydınlanma, Simone Goyard-Fabre, Karşı Aydınlanma,
Mark Lilla, İletişim Yayınları (S.F.S.)
Siyaset
Felsefesi Tarihi, Editörler: Ahu Tunçel, Kurtul Gülenç, Doğu Batı yayınları.
Sonsuzluğun
Sınırında: Immanuel Kant. YKY. İçinde: Kant ve Aydınlanma, Birgit Recki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder