- yüzyılda hukuk felsefesi, yalnızca “hukuk nedir?” sorusuna değil, aynı zamanda “hukuk ne olmalıdır?” ve “hukukun meşruiyeti hangi temellere dayanır?” sorularına da yanıt arayan çok katmanlı bir düşünce alanı hâline gelmiştir. Küreselleşme, dijitalleşme, iklim krizi, göç, biyoteknoloji ve yapay zekâ gibi gelişmeler, hukukun sınırlarını, kaynaklarını ve otoritesini yeniden tartışmaya açmaktadır.
Bu bağlamda, Joseph Raz ve John Finnis gibi
isimler, farklı geleneklerden gelseler de 21. yüzyıl hukuk felsefesi
tartışmalarında hâlâ belirleyici referans noktalarıdır:
- Joseph
Raz, analitik hukuk felsefesi ve hukuk pozitivizmi içinde geliştirdiği
“hukukun otoritesi” teziyle, hukukun meşruiyetini “pratik akıl
yürütmede otoritenin rolü” üzerinden temellendirir. Ona göre hukuk,
bireylerin kendi muhakemelerini belirli ölçüde devrettiği, koordinasyonu
sağlayan bir otorite biçimidir; ancak bu otoritenin meşruiyeti, bireylerin
rasyonel olarak uyması için yeterli nedenler sunmasına bağlıdır.
- John
Finnis, çağdaş doğal hukuk anlayışının önde gelen
temsilcilerindendir. “Ortak iyi” ve “temel insani değerler” kavramları
etrafında, hukukun ahlaki temellerini yeniden yorumlar. Hukuka itaatin,
içerikten bağımsız olarak “jenerik” bir ahlaki yükümlülük olduğunu
savunur; ancak bu yükümlülük, hukukun ortak iyiyi gerçekleştirme
kapasitesine bağlıdır.
- yüzyıl
hukuk felsefesi, bu iki yaklaşımı —hukukun ahlaktan bağımsız normatif
düzen olarak kavranması ile hukukun ahlaki temellere dayandırılması— yeni
sorun alanlarında yeniden sınamaktadır. Habermas’ın iletişimsel
eylem kuramı, Ronald Dworkin’in “hukuk bir bütünlük olarak”
yaklaşımı, Martha Nussbaum ve Amartya Sen’in yetenekler
teorisinin hukuk alanına yansımaları, Nancy Fraser’ın tanınma ve
temsil boyutları, bu tartışmayı daha da zenginleştirir.
Bugün hukuk felsefesi:
- Normatif
temellendirme (hukukun meşruiyeti, adalet ilkeleri)
- Eleştirel
analiz (mevcut hukuk düzenlerinin hak ve özgürlükler açısından
değerlendirilmesi)
- Yeni
alanlara uyarlama (dijital haklar, iklim hukuku, biyohukuk, yapay zekâ
etiği) ekseni üzerinde ilerliyor.
Bu nedenle 21. yüzyıl hukuk felsefesi, hem Raz’ın
otorite ve rasyonalite analizinden, hem Finnis’in ortak iyi ve doğal
hukuk vurgusundan, hem de çağdaş eleştirel ve küresel adalet perspektiflerinden
beslenerek, hukuku küresel, çok katmanlı ve değer temelli bir normatif
ağ olarak yeniden düşünmeye yöneliyor.
Hukuk Felsefesinin Temel Sorusu
Hukuk felsefesinin ana sorunu, basitçe "Hukuk
nedir?" sorusudur. Bu soru, hukukun sadece devletin koyduğu kurallar
mı olduğu, yoksa daha temel ahlaki ilkelere mi dayanması gerektiği gibi
tartışmalara yol açar.
Yaşayan Önemli İsimler ve Görüşler
Günümüz hukuk felsefesi, geleneksel tartışmaların ötesine
geçerek, haklar, adalet ve sosyal teorilerle iç içe geçmiş bir durumdadır.
- Hukuk
Pozitivizmi ve Otorite: Joseph Raz
- Görüşü:
Hukuk pozitivizminin önde gelen temsilcilerinden biri olan Raz, hukukun
ahlaktan bağımsız bir sosyal olgu olduğunu savunur. Hukuku, yetkili bir
otoritenin (devlet gibi) kararlarından oluşan bir sistem olarak görür.
Onun için hukukun gücü, ahlaki içeriğinden değil, yetkili olma
özelliğinden gelir. Raz'ın fikirleri, hukukun uygulanabilirliği ve yasama
otoritesinin sınırları üzerine yapılan tartışmalarda merkezi bir rol
oynar.
- Adalet
ve Haklar: Martha Nussbaum
- Görüşü:
Hukuk felsefesi, siyaset felsefesi ve etik alanlarını birleştiren
Nussbaum, "yetkinlikler yaklaşımı" (capabilities approach)
adını verdiği bir adalet teorisi geliştirmiştir. Bu yaklaşıma göre, bir
toplumun adaleti, vatandaşlarının insani yetkinliklerini (sağlık, eğitim,
siyasi katılım gibi) ne kadar gerçekleştirebildiğine göre ölçülmelidir.
Nussbaum, yasaların ve hukuki sistemlerin bu yetkinlikleri koruması ve
geliştirmesi gerektiğini savunur.
- Hukuk
ve İletişim: Jürgen Habermas
- Görüşü:
Konuşmamızda da bahsettiğimiz Habermas, hukuku, rasyonel ve demokratik
bir toplumun temel yapı taşı olarak görür. Hukuk, sadece kurallar dizisi
değil, aynı zamanda vatandaşların ortaklaşa kabul ettiği ve iletişimsel
eylem yoluyla meşrulaştırdığı bir sistemdir. Hukukun meşruiyeti,
iktidardan değil, kamusal alanda yapılan tartışmalardan gelir.
- Doğal
Hukuk ve Ahlaki Gerekçeler: John Finnis
- Görüşü:
Doğal hukuk geleneğinin günümüzdeki en önemli savunucularından biridir.
Hukukun, insan yaşamının temel unsurlarına (bilgi, yaşam, oyun, dostluk
gibi) dayanan bir dizi "temel iyilikten" türediğini
savunur. Hukuk, ahlaki bir amacı gerçekleştirdiği ölçüde geçerlidir.
Felsefenin Katkıları
Felsefe, hukuk teorisine sadece "hukuk nedir?"
sorusunu sormakla kalmaz, aynı zamanda şunları da sağlar:
- Kavramsal
Netlik: "Hak," "adalet," "otorite" gibi
hukuki terimlerin anlamlarını analiz eder.
- Normatif
Rehberlik: Hukukun neye hizmet etmesi ve nasıl daha adil bir sistem
olması gerektiği konusunda yol gösterir.
- Eleştirel
Analiz: Hukukun arkasında yatan güç ilişkilerini, ideolojik
önyargıları ve sosyal işlevleri ortaya çıkarır.
Doğal Hukuk Görüşü: Adalet Temeldir
"Hukuk adaleti sağlamalıdır" dediğimizde, hukukun
varoluş amacının, ahlaki bir amaca, yani adalete hizmet etmek olduğunu ifade
ediyoruz. Bu görüş, şu temel prensiplere dayanır:
- Hukuk
ve Ahlak İç İçe Geçmiştir: Bu yaklaşım, hukukun geçerliliğinin
yalnızca devletin yasaları koymasından değil, aynı zamanda bu yasaların
temel ahlaki ilkelere uygunluğundan geldiğini savunur.
- "Adil
Olmayan Bir Yasa, Yasa Değildir" (Lex Injusta Non Est Lex): Bu,
doğal hukuk geleneğinin klasik bir ilkesidir. Eğer bir yasa temel ahlak
kurallarını (örneğin, insan haklarını) ihlal ediyorsa, o yasa şekilsel
olarak bir yasa olsa bile, ahlaki olarak bağlayıcı değildir ve ona uyma
yükümlülüğü yoktur. Bu ilke, sivil itaatsizlik gibi eylemlerin
ahlaki temelini oluşturur.
Hukuk Pozitivistlerinin Görüşü
Sizin bu görüşünüze karşı çıkan bir hukuk pozitivisti, bir
yasanın adil olmamasını ahlaki olarak kötü bir şey olarak görebilir, ancak onun
"geçerli bir yasa" olduğu gerçeğini değiştirmediğini savunur. Onlara
göre bir yasanın geçerliliği, sadece yetkili bir otorite tarafından usulüne
uygun olarak konulmuş olmasına bağlıdır. Adaleti sağlaması, bir yasanın varlığı
için değil, iyi bir yasa olması için bir koşuldur.
Ancak, modern hukuk felsefesinde bu ayrım giderek daha
bulanıklaşmıştır. "Hukuk adaleti sağlamalıdır" ifadesi, Martha
Nussbaum'un yetkinlikler yaklaşımı veya John Finnis'in temel
iyilikler görüşü gibi çağdaş yaklaşımlarla da uyumludur. Bu düşünürler, bir
hukuki sistemin sadece kurallardan değil, aynı zamanda bir toplumun ahlaki ve
insani amaçlarını gerçekleştirmesinden de sorumlu olduğunu savunurlar.
1. Yapıbozuma Uğratmak: Hukukun Gizli Varsayımlarını
Ortaya Çıkarmak
Felsefeciler, bir ülkenin hukuk sistemini yapıbozuma
uğratırken, onun açıkça beyan ettiği ideallerin (adil, tarafsız, eşitlikçi
olmak gibi) altında yatan gizli varsayımları, çelişkileri ve iktidar
ilişkilerini deşifre ederler.
- Derrida'nın
Yaklaşımı: Derrida, hukukun "adalet" gibi mutlak ve evrensel
bir ilkeye dayandığı iddiasının, aslında kendi içinde tutarsızlıklar
barındırdığını gösterir. Hukuk, bir adaletsizliğe "yasa" demeye
zorlanır çünkü iktidar ilişkileri bunu gerektirir. Bu yapıbozum, hukukun
dili, metaforları ve sembolleri üzerinden yapılır.
- Eleştirel
Hukuk Çalışmaları (CLS): Bu akım, hukukun tarafsız bir bilim olmadığı,
aksine toplumun hiyerarşilerini (sınıf, ırk, cinsiyet vb.) pekiştiren
politik bir araç olduğunu savunur. Örneğin, mülkiyet haklarının,
kapitalist bir toplumdaki eşitsizlikleri meşrulaştırmak için nasıl kullanıldığını
analiz eder.
Felsefeciler, bir hukuk sistemini "bozarken,"
aslında onu tamamen yok etmeyi değil, onun kendisinin farkında olmadığı gizli
çelişkilerini görünür kılmayı hedeflerler.
2. Yeniden Kurmak: Felsefi Metodolojiler
İşte tartışmanın en zorlu kısmı burasıdır. Yapıbozum, bir
yıkım yöntemi değildir, ancak yeni bir şey inşa etmek için net bir yol haritası
da sunmaz. Bu noktada iki ana felsefi yaklaşım öne çıkar:
A. Sürekli Sorgulama ve Olumsuzlama Yaklaşımı: Bu
radikal görüşe göre, mükemmel ve son bir hukuk sistemi kurmak imkânsızdır.
Çünkü her sistem, kaçınılmaz olarak iktidar ilişkileri ve dışlamalar
üretecektir. Bu yaklaşımın amacı, sürekli olarak yeni hukuk sistemlerini ve
onların söylemlerini eleştirmeye devam etmektir. Yeniden kurmak, bir sonuca
ulaşmak değil, sürekli bir ahlaki ve eleştirel uyanıklık durumunu
sürdürmektir. Bu, herhangi bir sistemin, dogmatik ve baskıcı bir ideoloji
haline gelmesini engeller.
B. İletişimsel Eylem ve Rasyonel İnşa Yaklaşımı: Jürgen
Habermas'ın temsil ettiği bu görüş, yapıbozumun getirdiği olumsuzlamayı
aşmayı hedefler. Habermas'a göre, hukuk sistemi, otoriter bir iktidarın
dayatmasıyla değil, kamusal alanda gerçekleşen rasyonel tartışma ve
"iletişimsel eylem" ile meşruiyet kazanır. Yeniden kurma
metodolojisi şudur:
- Hukukun
temel ilkeleri, özgür ve eşit vatandaşların katıldığı açık bir müzakere
süreciyle belirlenmelidir.
- Yasalar,
iktidarın çıkarlarını değil, tüm katılımcıların rasyonel olarak kabul
edebileceği argümanları yansıtmalıdır.
- Hukuk,
sadece kurallardan değil, bu kuralların rasyonel ve demokratik bir süreçle
ortaya çıkmasından güç almalıdır.
Özetle, felsefeciler bir yanda "sonsuz bir
yapıbozum" ve eleştirel uyanıklığı önerirken, diğer yanda kamusal aklın
ve rasyonel iletişimin rehberliğinde yeni bir hukuki sistemin mümkün
olduğunu savunmaktadırlar.
Biçimsel Eşitlik ve Pozitif Ayrımcılığa Karşı Görüşler
Bu görüş, hukukun herkesi eşit ve tarafsız bir şekilde, ırk,
cinsiyet, sınıf veya köken gibi özelliklere bakmaksızın değerlendirmesi
gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, pozitif ayrımcılığa (veya ayrımcılık karşıtı
eyleme) karşı çıkar ve şu argümanları öne sürer:
- Ters
Ayrımcılık (Reverse Discrimination): Pozitif ayrımcılığın, adını
aldığı ayrımcılığın tam tersini yaptığını, yani dezavantajlı bir grubu
kayırırken, diğer grupların haklarını ihlal ettiğini savunur. Örneğin, bir
işe alım sürecinde daha düşük puanlı bir adayın, sırf ait olduğu grup
nedeniyle daha yüksek puanlı bir aday yerine tercih edilmesi, ayrımcılık
olarak görülür.
- Bireysel
Hakların İhlali: Pozitif ayrımcılığın, bireylerin kendi yetenekleri,
liyakatleri ve çabaları üzerinden değerlendirilme hakkını ihlal ettiğini
ileri sürer. Hukuk, bireye karşı adil olmalı, onun ait olduğu gruba göre
değil.
- Damgalama
(Stigmatization): Bu politikaların, yardımı amaçlanan grupları
damgalayabileceğini ve onların başarılarını sorgulamaya açabileceğini
savunur. Başarıları, yeteneklerinden çok, pozitif ayrımcılık programlarına
bağlanabilir.
Maddi Eşitlik ve Pozitif Ayrımcılığı Destekleyen Görüşler
Bu görüş, adaletin sadece herkese aynı şekilde davranmakla
sağlanamayacağını, çünkü toplumun eşitsiz bir başlangıç noktasına sahip
olduğunu savunur. Adalet, sonuçta veya fırsatlarda eşitliği gerektirir ve bu da
bazen farklı muameleyi zorunlu kılar. Bu yaklaşım, pozitif ayrımcılığı şu
argümanlarla savunur:
- Tazminat
Adaleti (Compensatory Justice): Pozitif ayrımcılık, geçmişte yaşanmış
ve hala devam eden sistematik adaletsizliklerin (örneğin kölelik, ırkçılık
veya cinsiyet ayrımcılığı) bir telafisi olarak görülür. Hukuk, geçmişin
izlerini silmek için aktif bir rol oynamalıdır.
- Gerçek
Fırsat Eşitliği: Biçimsel eşitliğin, eşitsiz bir toplumda gerçek bir
fırsat eşitliği yaratmadığını savunur. Bir maraton koşusunda, bazı
koşuculara daha geriden başlama cezası verilmişse, onları başlangıç
çizgisine yakınlaştırmak için onlara özel bir avantaj tanımak, asıl adil
olan davranıştır.
- Toplumsal
Fayda ve Çeşitlilik: Pozitif ayrımcılığın sadece mağdur gruplara
değil, tüm topluma fayda sağladığı ileri sürülür. Daha çeşitli bir iş gücü
veya üniversite ortamı, farklı bakış açılarını, yaratıcılığı ve toplumsal
empatiyi artırır.
Sonuç
Hukukta pozitif ayrımcılığın yeri olup olmadığı sorusu,
nihayetinde, adaletin temel amacının ne olduğu sorusuna dayanır: Adalet,
sadece hukuki süreçlerin tarafsızlığını mı sağlamalıdır, yoksa aynı zamanda
toplumdaki eşitsiz sonuçları düzelten aktif bir güç mü olmalıdır? Felsefi
olarak bu iki görüş arasında kesin bir uzlaşma yoktur ve tartışma, bu iki değerli
adalet ilkesi arasındaki gerilimle devam etmektedir.
Hukuk felsefesinin en temel kaygılarından biri olan "hukuk
güvenliği", yani vatandaşların hukuk sistemine olan güveni ve
öngörülebilirlik beklentisidir. Felsefenin bu alandaki katkıları, sadece mevcut
mekanizmaları tanımlamakla kalmaz, aynı zamanda onların ne kadar yeterli
olduğunu da sorgular.
Felsefenin Önerdiği Denetim Mekanizmaları
Düşünürler, hukuk güvenliğini sağlamak için farklı
yaklaşımlardan hareketle çeşitli denetim mekanizmaları önermektedir.
1. Hukuk Pozitivizmi ve Usule Dayalı Mekanizmalar: Bu
yaklaşım, hukukun içeriğinden ziyade, onun nasıl yapıldığına odaklanır.
- Anayasacılık
(Constitutionalism): Yazılı bir anayasanın varlığı ve üstünlüğü,
yasamayı ve yürütmeyi sınırlar. Anayasa, hukukun en temel kurallarını
güvence altına alarak öngörülebilirlik sağlar.
- Kuvvetler
Ayrılığı (Separation of Powers): Yasama (yasa yapma), yürütme (yasa
uygulama) ve yargı (yasa yorumlama) yetkilerinin birbirinden bağımsız
olması, tek bir gücün hukuku keyfi olarak manipüle etmesini engeller.
Bağımsız bir yargı, hukuki süreçlerin tarafsızlığını sağlar.
- Hukuk
Devleti İlkeleri: Kanun önünde eşitlik, masumiyet karinesi, hukukun
geriye yürümezliği gibi ilkeler, hukukun adil ve öngörülebilir bir şekilde
işlemesini garanti altına alır.
2. Doğal Hukuk ve Ahlaki Denetim: Bu yaklaşım,
hukukun içeriğini sorgulayarak güvenliği sağlar.
- Ahlaki
Uygunluk: Hukukun, evrensel ahlaki ilkelere (insan hakları, adalet
gibi) uygun olması gerektiğini savunur. Eğer bir yasa temel ahlak
ilkelerini çiğniyorsa, ahlaki otoritesini yitirir ve bu da uzun vadede
hukuk güvenliğini zedeler. Bu görüşe göre, bir yasanın geçerliliği sadece
usulüne uygun olmasına değil, aynı zamanda adil olmasına da bağlıdır.
3. İletişimsel Hukuk ve Kamusal Denetim: Jürgen
Habermas gibi düşünürler, hukukun meşruiyetini kamusal alandaki
tartışmalara bağlar.
- Kamusal
Alan (Public Sphere): Hukuk güvenliğinin en önemli güvencesi,
yasaların kapalı kapılar ardında değil, tüm vatandaşların katılımıyla açık
ve rasyonel bir tartışma ortamında oluşturulmasıdır. Bir yasa, ne kadar
şeffaf ve demokratik bir süreçle kabul edilirse, o kadar güçlü bir
meşruiyet ve dolayısıyla güvenlik kazanır.
Güncel Uygulamalar Yeterli mi?
Felsefeciler, yukarıda belirtilen mekanizmaların varlığına
rağmen, güncel uygulamaların sıklıkla yetersiz kaldığını düşünmektedirler.
- Siyasi
Müdahaleler: Birçok ülkede, yargının siyasallaşması ve yürütme
organının yasama üzerindeki baskısı, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeler.
Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde hukuk güvenliğinden söz etmek zordur.
- Olağanüstü
Haller ve Kararnameler: Hukuk devleti ilkeleri, olağanüstü hal ve
kanun hükmünde kararnameler gibi yetkilerin kötüye kullanılmasıyla
aşınabilir. Bu durum, hukukun öngörülebilirliğini ortadan kaldırır.
- Dijital
Çağda Hukuk Güvenliği: Algoritmik karar alma sistemleri, dijital
gözetim ve yapay zekâ destekli yargılamalar gibi yeni teknolojiler, hukuk
güvenliğine dair yeni tehditler oluşturur. Bu sistemlerin nasıl çalıştığı
şeffaf olmadığında, vatandaşlar kendilerini hukuken güvende hissedemez.
Sonuç olarak, felsefe hukuk güvenliği için hem usuli hem
de ahlaki denetim mekanizmaları sunar. Ancak güncel uygulamalar, bu
mekanizmaların sadece kâğıt üzerinde olmasının yeterli olmadığını, onların
sürekli olarak politik irade ve kamusal uyanıklıkla korunması gerektiğini
göstermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder