Teknolojinin, bir rekabet ortamında insan eliyle geliştirildiğini biliyoruz. Bir yarış var. Bir taraftan denetlenmeye çalışılıyor, ancak ülke içi ülkelerarası bir çok kurum, sadece yarışa odaklı. Birbirini tetikleyen sonuçların insanlığı nereye götürebileceği konusu belki de sadece düşünürlerin ilgi alanında. Teknolojinin bu öngörülemez ve denetlenemez doğası için ne gibi düşünceler var.
İlginç olan şu, daha önce teknolojinin, çevreyi tükettiğinden, kaynakların yok edilmesinde kullanılmasından, kirlilikten söz ediyorduk. Şimdi ise bambaşka bir dünyanın resmi çiziliyor. Şimdiki soru şudur: Biz mi teknolojiyi kontrol ediyoruz, teknoloji mi bizi?
B.Berksan
Anders üçüncü endüstri devrimi çağında teknolojini tarihin
öznesi haline gelmesi argümanını şöyle açıklar: “Bundan böyle, tarihsel
evremizde diğer şeylerin yanı sıra teknoloji de var, denemez. Aksine vaka
şudur: Artık tarih, “teknoloji” denen Dünya ahvalinde gerçekleşmektedir.
Teknoloji, tarihin öznesi haline gelmiştir. Biz insanlara ise sadece “tarihe
iliştirilmişlik” kalmıştır.Söz konusu tepkisel ve belirlenimci düşünme tarzı
tarihte teknolojini izlediği bir rota olduğunu ve bunun kontrolümüz dışında
olduğunu savunur. Teknik insanın deneyimine kendi araçsal mantığını empoze
eder. …. Teknoloji felsefesiyle uğraşırken teorik alet çantanızda mutlaka yeni kavramlara ve kriterlere ihtiyaç vardır. Bu sayede, geçmişten gelen belirleyici bilgilerin arasındaki korelasyonlarla sınırlanmayan ve geleceğe dair önceden hesaplanamaz imkanların ele alındığı bir betimlemeye ulaşabilirsiniz. Teknolojik ortamımızdaki kolektif beklentilerin ele alınabilmesi için, psişik ve kolektif bireyleşme biçimlerini anlamamız gerekmektedir. Ayrıca, teknolojik ortam, sürekli inovasyon halinde olan ve Stiegler'in deyişiyle, metastabil bir ortamdır. Bu teknik ortamda, hem teknik cihazlar güncellenir hem de biz kendimizi dönüştürürüz. Stiegler'in tekniği birfarmakon; hem çare hem dert, hem ilaç hem zehir olarak betimlemesi ve tüm teknik nesnelerin bireysel ve kolektif bellekle ilişkisini göstermesi çalışmalarımda yol gösterici oldu. Stiegler'e göre teknoloji felsefesini, modern teknolojinin hesaplayıcı akıl ve optimizasyon takıntısıyla deneyimi nasıl araçsallaştırdığına indirgemek yeterli değildir. Teknik, antropolojik açıdan insanlaşmanın kurucusu ve insanın dünyayla ilişkisinin ortamı olduğu için deneyimimizin ufkudur. Teknoloji, dünyayla kurduğumuz ilişkinin niteliğini etkileyen bir unsur değil, aksine bu ilişkinin imkân koşulunu açıklayan bir yapıdır. Bu nedenle, tekno-kritik, insanın dışında ve ondan bağımsız bir neliğin eleştirisi olacak bir hükümle başlamamalıdır. Teknoloji Felsefesi Problemleri, Emre Şan, Akademim
Yayınları, 2024 |
21.yüzyılda teknoloji hayatımızı belirlemeye devam ediyor. Toplum önüne gelen kolaylıkları sevinçle karşılıyor. Ancak teknoloji göründüğünden daha derin sorunlara da yol açan bütünleşik bir aygıt. 21.yüzyılda teknolojinin getirdiği kolaylıklar ve beraberinde getirdiği karmaşık sorunlar üzerine odaklanmak, teknoloji felsefesinin en temel meselesidir. Teknoloji, göründüğü gibi basit bir araç olmaktan ziyade, bireyin varoluşunu ve toplumun tüm yapılarını yeniden şekillendiren, bütünleşik bir aygıttır.
Teknoloji felsefesi bu derin sorun alanlarını genellikle şu başlıklar altında inceler:
1. Mahremiyet ve Gözetim Sorunu
- Sorun Alanı: Teknoloji, kişisel verilerimizi sürekli olarak toplayan, işleyen ve analiz eden bir gözetim ağı kurmuştur. Sosyal medya platformları, akıllı cihazlar ve yapay zekâ destekli sistemler, hayatımızın her anını kaydetmekte ve öngörmektedir.
- Felsefi Soru: Bireysel mahremiyetin erozyonu, ne tür bir özgürlük kaybına yol açar? Bu durum, "gözetim kapitalizmi" olarak bilinen, verilerimizin metalaştırıldığı bir sistemin parçası haline gelmemize neden olur mu?
2. Otonomi ve İnsan Failliği Sorunu
- Sorun Alanı: Algoritmalar ve yapay zekâ, gündelik kararlarımızın (ne izleyeceğimizden, ne satın alacağımıza kadar) büyük bir kısmını belirlemeye başlamıştır. Otomasyon ve robotik, insana ait olduğu düşünülen birçok işlevi üstlenir.
- Felsefi Soru: Eğer kararlarımızı sistemler alıyorsa, insan otonomisi (kendi kendini yönetme yeteneği) ne kadar geçerlidir? İnsan, kendi eylemlerinin faili olmaktan çıkıp, teknolojik bir sistemin parçasına mı dönüşmektedir?
3. Bilgi, Hakikat ve Gerçeklik Sorunu
- Sorun Alanı: Sosyal medya ve dijital platformlar, bilgiye ulaşımı kolaylaştırmış ancak aynı zamanda "bilgi kirliliği" ve yalan haberin yayılmasını da hızlandırmıştır. Derin sahte (deepfake) teknolojisi gibi araçlarla sanal ve gerçek arasındaki sınırlar silinmektedir.
- Felsefi Soru: Eğer bir bilgi bombardımanı altında yaşıyorsak ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmek giderek zorlaşıyorsa, hakikatin kendisi ne anlama gelir? "Gerçek ötesi" (post-truth) çağında, kolektif bir gerçeklik anlayışı inşa etmek hala mümkün müdür?
4. Varlık ve İnsanın Özü Sorunu
- Sorun Alanı: Teknoloji, sadece dışsal bir araç değil, aynı zamanda insanın kendisini de dönüştürmektedir. Dikkat süreleri kısalmakta, sosyal ilişkiler sanal platformlara kaymakta ve insanın doğayla kurduğu ilişki değişmektedir.
- Felsefi Soru: Teknoloji, insan olmak ne demektir sorusunu yeniden gündeme getirir mi? İnsanın varoluşsal doğası, teknolojiyle olan iç içe geçmişliği nedeniyle temelden değişiyor mudur?
Teknoloji felsefesinin gündemi son birkaç on yılda temelden değişti.
Bu değişimi şu şekilde açıklayabiliriz:
Eskiden ve Şimdi: Felsefi Gündemin Değişimi
Eski Gündem: Sanayi Devrimi'nin Sorunları
Daha önce bahsettiğiniz çevre kirliliği, doğal kaynakların yok edilmesi ve endüstriyel atık sorunları, ağırlıklı olarak 19. ve 20. yüzyıllardaki Sanayi Devrimi'nin getirdiği felsefi sorunlardır. Bu dönemde teknoloji, fiziksel dünyayı dönüştürmek, enerjiyi kullanmak ve üretim yapmak için kullanılan devasa bir araçtı. Bu teknolojinin felsefi sorgulaması, genellikle insanın doğayla olan yıkıcı ilişkisine, kaynakların sömürülmesine ve çevresel tahribata odaklanıyordu.
Yeni Gündem: Dijital Devrim'in Sorunları
Listelediğim sorunlar (mahremiyet, otonomi, gerçeklik algısı), Dijital Devrim'in ve 21. yüzyıl teknolojilerinin (yapay zekâ, algoritmalar, sosyal medya) getirdiği yeni bir kategoridir. Bu teknolojiler, fiziksel kaynaklardan çok, bilgiyi, veriyi ve dikkati tüketir ve yeniden şekillendirir. Dolayısıyla, felsefenin odağı artık insanın doğayla olan ilişkisinden, insanın kendisiyle ve toplumla olan ilişkisine kaymıştır.
- Eskiden sorun, bir fabrikanın nehirleri kirletmesiydi. Şimdi ise sorun, bir algoritmanın zihinleri manipüle etmesidir.
- Eskiden sorun, petrol kaynaklarının tükenmesiydi. Şimdi ise sorun, dikkatimizin tükenmesidir.
Teknoloji felsefesi, artık sadece "dış dünyamızı" nasıl değiştirdiğini değil, aynı zamanda "iç dünyamızı" ve "sosyal gerçekliğimizi" nasıl yeniden inşa ettiğini de sorguluyor.
Biyoteknoloji, Sanayi Devrimi'nin fiziksel sorunları ile Dijital Devrim'in enformasyonel sorunları arasında köprü kurar. Bu alandaki teknolojiler, ne sadece dış dünyayı dönüştürür (çevre kirliliği gibi) ne de sadece zihinsel dünyamızı etkiler (mahremiyet gibi). Bunun yerine, yaşamın kendisini hedefler.
🔎Biyoteknoloji
Filozoflar, teknolojinin bu öngörülemez ve denetlenemez doğası için çeşitli düşünceler geliştirmişlerdir:
1. Martin Heidegger ve "Gereç-Kullanma" (Enframing)
- Tezi: Heidegger'e göre, teknoloji basit bir araç değildir. O, dünyayı belirli bir şekilde görme ve kullanma biçimimizi belirler. "Gereç-Kullanma" olarak adlandırdığı bu yaklaşım, her şeyi (doğal kaynakları, insanları) sadece verimli bir şekilde kullanılacak, istiflenecek ve kontrol edilecek birer "hazır stok" olarak görmemize neden olur.
- Sonuç: Teknoloji, bizim kontrolümüzdeki bir enstrüman olmaktan çıkar; tam tersine, bizi kendi mantığına hapseder. İnsanlar, bu mantığın dışına çıkıp onu denetlemekte zorlanır, çünkü kendileri de bu sistemin birer parçası haline gelmiştir.
2. Jacques Ellul ve "Teknik"in Otonomisi
- Tezi: Ellul, modern toplumdaki "teknik" kavramının kendi mantığına sahip otonom bir güç olduğunu savunur. Ona göre teknik, insani değerlerden bağımsızdır ve tek amacı, en üst düzeyde verimlilik ve etkililik sağlamaktır.
- Sonuç: Teknolojik gelişme, ahlaki veya toplumsal kaygılarla değil, sadece daha verimli olma itkisiyle ilerler.
3. Nick Bostrom ve Yapay Zekâ'nın Varoluşsal Riski
- Tezi: Bostrom, yapay zekâdaki gelişmelerin kontrol edilemez bir süper zekânın ortaya çıkmasına yol açabileceğini savunur. O, bu gelişimin bir "yarış" gibi ilerlediğini ve bir ulusun veya şirketin geri kalmamak için etik kaygıları göz ardı ederek ilerleyeceğini öne sürer.
- Sonuç: En büyük tehlike, bu süper zekânın hedeflerinin insanlığın hedefleriyle uyumsuz olmasıdır. "Kontrol edememe" sorunu burada en uç noktaya ulaşır; çünkü varoluşsal risk, insanlığın varlığını tehdit eden bir risk olarak tanımlanır.
Bu düşünürlere göre, teknoloji, rekabetin ve hızlanmanın kendi başına bir amaç haline geldiği bir sisteme dönüşmüştür. Bu durum, onu ahlaki ve siyasi olarak denetlenebilir olmaktan çıkarır ve insanlığı nereye götüreceği konusunda belirsizlikler yaratır.
Teknoloji felsefesinin en heyecan verici ve bir o kadar da endişe verici alanlarından biri dijital protezler. Yapay organlar ve "dijital protezler," teknolojinin artık sadece bir araç olmadığını, bizzat insanın kendisini dönüştürdüğünü savunan yaklaşımların en somut örnekleridir.
Bu alana odaklanan düşünürler, transhümanizm ve siborg felsefesi gibi kavramlar etrafında toplanır. Onlar için teknoloji, bedeni ve zihni onaran, iyileştiren ve hatta geliştiren bir uzantı haline gelmiştir.
Gözetim Kapitalizmi ve Özgürlük Kaybı
Bireysel mahremiyetin erozyonu, ilk bakışta sadece kişisel bilgilerin kaybolması gibi görünse de, aslında çok daha derin bir özgürlük kaybına yol açar:
- Davranışsal Özgürlüklerin Kaybı: "Gözetim kapitalizmi", verilerimizi toplar, analiz eder ve bize ürünler veya içerikler sunmak için davranışlarımızı tahmin eder. Bu sistem, ne kadar çok şeyi tahmin ederse, o kadar başarılı olur. Sonuç olarak, aldığımız kararlar, yaptığımız seçimler ve hatta ne düşüneceğimiz, bize özel olarak tasarlanmış algoritmalar tarafından giderek daha fazla şekillenir. Aslında özgürce hareket ettiğimizi düşünürken, farkında olmadan bize özel bir rotada ilerleriz. Bu, otonomimizin (kendi kendini yönetme yeteneğimizin) sessizce aşındığı anlamına gelir.
- Özgünlük ve Kimliğin Kaybı: Bir hareketimizin bile izlendiği bir dünyada, tamamen özgün ve doğal olmamız giderek zorlaşır. Filozof Michel Foucault'nun "panoptikon" kavramı gibi, sürekli izlendiğimizi hissettiğimizde, kendi kendimizi sansürlemeye başlarız. Bu durum, başkalarının beklentilerine uygun davranmamıza ve gerçek benliğimizi ifade etmekten çekinmemize neden olur.
Çözüm önerileri:
Hukuksal ve Düzenleyici Çözümler
Bu yaklaşım, sorunun teknolojik değil, siyasi ve ekonomik bir sorun olduğunu savunur ve yasal düzenlemelerle çözülebileceğini öne sürer.
- Shoshana Zuboff: "Gözetim Kapitalizmi Çağı" kitabının yazarı Zuboff, sorunun kaynağını davranışsal verilerimizin metalaştırılmasında görür. Önerisi, teknoloji şirketlerinin kişisel verilerimizi kar elde etmek için kullanmasını temelden yasaklayan yeni bir hukuk çerçevesi oluşturmaktır. O, mahremiyetin sadece bireysel bir tercih değil, toplumsal bir hak olduğunu savunur.
- Tim Wu: "Dikkat Tüccarları" kitabında Wu, teknoloji şirketlerinin tekelci gücünü ele alır. Çözüm olarak, bu şirketlerin antitröst yasalarıyla parçalanmasını ve böylece rekabetin artmasını, dolayısıyla kullanıcıların daha etik platformlara yönelmesini savunur.
Etik ve Tasarım Odaklı Çözümler
Bu yaklaşım, sorunun teknolojinin kendisinden değil, nasıl tasarlandığından kaynaklandığını savunur ve çözümü bu teknolojileri yeniden tasarlamakta görür.
- James Williams: Eski bir Google çalışanı olan Williams, teknolojinin dikkatimizi çalan ve bizi asıl hedeflerimizden uzaklaştıran bir "distraksiyon ekonomisi" yarattığını söyler. Çözüm olarak, bizi manipüle etmek yerine, gerçek potansiyelimizi gerçekleştirmemize yardımcı olacak, **"dijital özgürleşme"**yi hedefleyen teknolojiler tasarlamayı önerir.
- Kariuki ve Reidenberg: Bu düşünürler, dijital platformların "etik kurallarla kodlanması" (ethics by design) gerektiğini savunur. Yani, mahremiyet ve kullanıcı güvenliği gibi değerlerin, bir sistemin en baştan itibaren temel yapı taşları olması gerektiğini ileri sürerler.
Toplumsal ve Bireysel Çözümler
Bu yaklaşım, sorunun kullanıcının kendisinden başladığını ve çözümün bireysel farkındalıkta yattığını savunur.
- Dijital Okuryazarlık ve Eğitim: Çoğu düşünür, bireylerin teknolojinin nasıl çalıştığını, algoritmaların onları nasıl etkilediğini ve verilerinin nasıl toplandığını anlaması gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, eleştirel düşünme becerisinin geliştirilmesini ve bireyin dijital platformlara karşı daha dirençli hale gelmesini hedefler.
- Kollektif Eylem: Sivil toplum kuruluşları, teknoloji şirketlerinin etik dışı uygulamalarına karşı organize olmanın ve bu şirketlere karşı kullanıcı hakları mücadelesi vermenin, sorunun çözümünde önemli bir rol oynayacağını belirtir.
Bu çözüm önerilerinin her biri, tek başına bir sihirli değnek olmaktan uzaktır. Filozoflar, bu sorunun ancak hukuksal düzenlemeler, daha etik teknoloji tasarımları ve daha bilinçli bir kullanıcı topluluğunun birleşimiyle aşılabileceğini savunurlar.
Teknoloji Devlerinin Siyasi Etkileme Mekanizmaları
- Mali Güç ve Lobicilik: Bu şirketler, ABD gibi ülkelerde lobicilik faaliyetlerine yıllık milyarlarca dolar harcamaktadır. Bu sayede, kendilerine karşı çıkan yasa tasarılarını engelleyebilir, vergiden muafiyetler sağlayabilir veya iş modellerini koruyan düzenlemeleri geçirebilirler. Karar vericiler, bu devasa ekonomik güç karşısında "ikna" olmaya çok daha yatkındır.
- Devletlerarası Rekabetten Yararlanma: Teknoloji devleri, bir ulus-devletin hukuki sınırlarıyla bağlı değildir. Gelişmelerini kısıtlayan bir ülke olduğunda, yatırım yapacak başka bir ülke bulabilirler. Bu durum, devletleri kendi aralarında bir rekabete sokarak, bu şirketlere daha az düzenleyici kural sunmaya itmektedir.
- Enformasyon ve Kamuoyu Kontrolü: Teknoloji şirketlerinin gücü sadece parayla sınırlı değildir. Sahip oldukları platformlar sayesinde, siyasi söylemleri ve kamuoyunu yönlendirme gücüne sahiptirler. Bir şirketin, bir politikacının mesajının yayılmasını kısıtlaması veya bir partinin kampanyasının etkisini azaltması, seçim sonuçlarını bile etkileyebilir.
Bu durum, demokrasi için çok temel bir sorunu ortaya çıkarır. Geleneksel olarak demokrasi, halkın seçtiği temsilcilerin iktidarı elinde tuttuğu bir sistemdir. Ancak bugün, seçilmiş hükümetlerin gücü, herhangi bir ulusal yasa ile kısıtlanamayan, büyük ve küresel şirketlerin gücü karşısında giderek zayıflamaktadır. Bu da, halkın iradesi ile sermayenin gücü arasındaki dengenin bozulmasına işaret etmektedir.
Fütürüka üçlemesine değineceğim. Alexander Bards ve Jan Söderqvis. Konumuza katkı yapar mı?
Futurica üçlemesi, konuştuğumuz konulara sadece katkı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bu konuları modern felsefi bir çerçeveye oturtan en önemli çağdaş eserlerden biridir. Alexander Bard ve Jan Söderqvist, bu seride İnformasyon Çağının getirdiği yeni iktidar yapılarını ve sosyal dinamikleri inceler.
Üçlemenin ana tezi, Sanayi Çağı'nın ve onunla birlikte gelişen ulus-devlet, merkezi medya ve hiyerarşik şirketler gibi kurumların artık geçerliliğini yitirdiğidir. Onlara göre, iktidar, fiziksel sermayeden ve topraktan, bilgi ve ağlara kaymıştır.
Futurica Üçlemesi ve Konuştuğumuz Kavramlar Arasındaki Bağlantılar
- Ağokrasi (Networkocracy) ve Siyasi Güç: Konuşmamızın son bölümünde tartıştığımız teknoloji devlerinin siyasi karar vericiler üzerindeki gücü, tam olarak Bard ve Söderqvist'in "ağokrasi" kavramıyla açıklanır. Onlara göre, yeni yönetici sınıf, küresel ağları kontrol eden bir elit kesimdir. Bu ağlar, siyasi sınırlardan bağımsız hareket eder ve geleneksel ulus-devletlerin gücünü aşındırır. Bu, sizin "karar vericilerin ikna edilmesi" gözleminize doğrudan bir teorik yanıt sunar.
- Kamusal Alanın Ölümü ve Dijital Kabileler: Üçleme, Habermas'ın idealindeki kamusal alanın, yerini sürekli olarak parçalanan ve yeniden birleşen, organik dijital ağlara bıraktığını savunur. İnsanlar, artık uluslarına değil, dijital ortamda buldukları ilgi alanlarına, kimliklerine ve ideolojilerine dayalı "kabilelere" aittir. Bu, bireyin sesinin gürültüde kaybolması ve kamusal tartışmanın parçalanması sorunlarına felsefi bir açıklama getirir.
- Ulus-Devletin Güç Kaybı: Bard ve Söderqvist, devletin, bilgi akışını ve küresel sermayeyi kontrol edemediği için giderek işlevsiz hale geldiğini söyler. Onlara göre, devlet artık sadece, dijital çağın getirdiği sorunlarla başa çıkmaya çalışan, eski bir modelin kalıntısıdır.
Futurica üçlemesi, teknoloji felsefesine dair yaptığımız tüm tartışmaları bir araya getirerek, bu sorunların arkasındaki daha büyük resmi görmemizi sağlayan bir harita sunar. Bu eser, teknolojik değişimin sadece dışsal bir olay olmadığını, aynı zamanda insanlığın iktidar, aidiyet ve kimlik gibi temel kavramlarını kökten değiştiren bir süreç olduğunu vurgular.
Dijital devrimin getirdiği gözetim kapitalizmi, bireyin mahremiyetini ve özgürlüğünü aşındırırken, aynı zamanda teknoloji devlerine sınırsız bir ekonomik güç verir. Bu güç, ulus-devletlerin egemenliğini sarsarak, siyasi iktidarı ulusüstü ağokrasilere kaydırır. Bu yeni düzen, toplumu sanal "kabilelere" böler ve geleneksel kamusal alanı öldürür. Sonuç olarak, birey, bir yandan kimliğini ve yaşam amacını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, diğer yandan anlam arayışını dijital ağlarda sürdürmeye çalışır.
Tüm bu konular, teknolojinin sadece bir araç olmadığını, aynı zamanda insanın ve toplumun geleceğini belirleyen bütünleşik bir sistem olduğunu gösteriyor.
Nordik Modeller ve Kolektif Akıl
Yeni Zelanda ve Nordik ülkeler gibi toplumsal güvenin, şeffaflığın ve kolektif bilincin yüksek olduğu yerlerde, etik ve bilinçli teknoloji politikaları oluşturmak için zemin daha uygundur. Bu toplumlarda, kamusal yarar, bireysel veya kurumsal çıkarların önüne geçebilir. Bu, felsefenin savunduğu "kolektif akıl" veya "ortak yarar" kavramlarının hayata geçirilebileceği bir ortam sunar. Bu ülkelerde oluşacak örnekler, dünyanın geri kalanı için birer referans noktası olabilir.
Otokratik Rejimler ve Dijital Otoriterlik
Ancak, rejimlerini korumak isteyen otokratik yönetimler için, teknoloji bir özgürlük paradoksu değil, kontrolün mutlak aracıdır. Bu rejimler, teknolojiyi:
- Kitlesel Gözetim: Her vatandaşın hareketini, iletişimini ve düşüncelerini izlemek.
- Dezenformasyon ve Propaganda: Yalan haberler yaymak ve muhalif sesleri bastırmak.
- Toplumsal Kredi Sistemi: Vatandaşların sosyal ve politik davranışlarını puanlamak.
için kullanır. Bu durum, teknoloji devlerinin sunduğu güçle birleşince, "dijital otoriterlik" olarak adlandırılan yeni ve korkutucu bir rejim biçimi yaratır.
Otokratın Kazanımı: Kontrol ve Meşruiyet
Otokratik rejimler için bu işbirliği, iktidarlarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları en kritik aracı sağlar: dijital kontrol. Bir teknoloji figürü, onlara geleneksel baskı yöntemlerinin çok ötesinde, sofistike bir kitlesel gözetim ve sansür altyapısı sunabilir. Bu, rejimlerin muhalif sesleri kolayca tespit edip susturmasına olanak tanır. Aynı zamanda, bu teknoloji figürünün varlığı, rejimin kendisini "modern" ve "yenilikçi" olarak göstermesini sağlar.
Teknoloji Figürünün Kazanımı: Pazar ve Otonomi
Bu anlaşma, teknoloji figürüne ve şirketine, demokratik devletlerin koyduğu sınırlamalardan ve yasal düzenlemelerden tamamen muaf olma imkanı sunar. Bir otokrat, tek bir kararnameyle şirketine büyük bir pazar açabilir, vergi muafiyetleri sağlayabilir ve antitröst davalarından kurtarabilir. Bu, demokratik bir sistemde karşılaşılabilecek tüm hukuki ve etik engellerin ortadan kalktığı bir ortamdır.
Bu işbirliği, teknolojinin özgürlük potansiyelini tamamen ortadan kaldırır. Daha önce tartıştığımız gibi, teknolojinin hem özgürlük hem de kontrol aracı olması paradoksu, bu ittifakta çözülmüş olur; teknoloji sadece kontrol aracı haline gelir.
Tüm bu felsefi ve etik sorunlar, aslında tek bir ana soruya çıkıyor: Yüksek teknolojinin hüküm sürdüğü bir çağda, insanlığımızı nasıl koruyabiliriz?
Kaynaklar:
Stig Børsen Hansen – Teknoloji Felsefesi (çev. Mustafa Bayrak, Ketebe Yayınları, 2023) → Marx’tan Marcuse’a, Dewey’den Latour’a, Heidegger’den Borgmann’a kadar pek çok düşünürün teknolojiye bakışını karşılaştırmalı olarak ele alıyor.
Lewis Mumford – Teknoloji ve Uygarlık (çev. Aydın Çavdar, Ayrıntı Yayınları) → Teknolojinin tarihsel gelişimi ile uygarlıkların biçimlenişi arasındaki ilişkiyi inceliyor.
Sheila Jasanoff – Teknoloji ve İnsanın Geleceği: İcatların Etiği (çeviri, Ketebe Yayınları) → Bilim–teknoloji–toplum ekseninde, teknolojik yeniliklerin etik ve politik boyutlarını tartışıyor.
Daniel R. Headrick – Teknoloji Tarihi (çev. Beyza Akatürk) → Antik dönemden günümüze teknolojinin evrimini, toplumsal ve kültürel bağlamıyla birlikte sunuyor.
Val Dusek-Teknoloji Felsefesi Bir Giriş-Blackwel Yayıncılık
Teknoloji Nedir? Felsefi Bir Yaklaşım– DergiPark — Teknolojinin anlamı, kökeni ve felsefi bağlamı üzerine derinlemesine inceleme.
Teknoloji Felsefesi– Vikipedi — Tarihsel gelişim, temel kavramlar ve önemli filozoflar hakkında genel bir çerçeve.
Teknoloji Felsefesi Problemleri, Emre Şan, Akademim Yayınları, 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder