Sosyal epistemoloji, bilginin bireysel değil, sosyal süreçler (tartışma, tanıklık, grup dinamikleri) yoluyla nasıl üretildiğini, yayıldığını ve değerlendirildiğini inceleyen epistemolojinin bir alt dalıdır. 20. yüzyılın sonlarında Alvin Goldman ve Steve Fuller gibi düşünürlerle temelleri atılan bu alan, 21. yüzyılda dijital devrim, AI'nin yükselişi, sosyal adaletsizlikler ve post-truth dönemiyle radikal bir dönüşüm geçirdi. Geleneksel bireysel epistemolojiden (örneğin, JTB modeli) farklı olarak, 21. yüzyıl sosyal epistemolojisi bilginin kolektif, bağlamsal ve etik bir olgu olduğunu vurgular: Bilgi, güç ilişkileri, teknoloji ve toplumsal çeşitlilikle şekillenir. Bu evrim, epistemolojinin "uygulamalı" bir disipline dönüşmesini sağladı – örneğin, dezenformasyonla mücadele veya AI etiklerinde.
21.yüzyıl sosyal epistemolojisi, Goldman'ın 1999'daki bireysel-sosyal ayrımını aşarak, bilginin dağıtılmış ve araçlı (mediated) doğasına odaklanır. Ana soru: "Bilgi, sosyal ağlarda nasıl adil ve güvenilir hale getirilir?" Bu, 2000'lerin başındaki "grup bilgisi" (group knowledge) tartışmalarından (Lackey & Sosa, 2006) 2020'lerin AI entegrasyonuna evrildi.
- Kolektif Odak: Bilgi, bireylerden ziyade topluluklarda oluşur; epistemik çeşitlilik (epistemic diversity), grup kararlarını iyileştirir (Landemore, 2013).
- Dijital Dönüşüm: Sosyal medya ve AI, bilgi akışını yeniden tanımlar; "baloncuk epistemolojisi" (epistemic bubbles, Nguyen 2020) ve "echo chambers", uyuşmazlık (disagreement) normlarını sorgular.
- 1980’ler:
Sosyal epistemoloji → bilginin toplumsal boyutu.
- 2000’ler:
Epistemik adalet → bilginin etik ve politik boyutu.
- 2010’lar sonrası: Feminist ve postkolonyal epistemolojiler → bilginin toplumsal cinsiyet ve sömürgecilik sonrası bağlamları.
- Bugün: Dijital epistemoloji ve algoritmik adalet → bilginin küresel ve teknolojik boyutu
- Ana
düşünce: Bilgi, bireysel akıl yürütmeden çok daha geniş bir toplumsal
ekosistemin ürünüdür.
- Ana
tartışma: Bu toplumsal süreçleri nasıl değerlendirmeliyiz? Doğalcı bir
güvenilirlik ölçütüyle mi, yoksa eleştirel-sosyolojik bir perspektifle mi?
- Güncel
boyut: Dijital çağda sosyal epistemoloji, epistemik adalet ve
algoritmik bilgi sorunlarıyla birleşiyor.
- Klasik
episteme: Katı kriterler (doğruluk, kesinlik, değişmezlik).
- Sosyal
epistemoloji: Bu kriterleri yumuşatıyor; bilgi = toplumsal süreçlerin
ürünü.
- Eleştiriler: Görecilik, normatif zayıflık, epistemolojinin etik/siyasetle aşırı kaynaşması, bireysel öznenin kaybı, bilimsel nesnelliğin zedelenmesi.
· Klasik episteme: Katı, bireyselci,
kesinlik ve doğruluk merkezli.
Sosyal epistemoloji: Yumuşatılmış,
toplumsal süreçlere ve pratik güvenilirliğe odaklı.
Eleştiriler: Görecilik, normatif
zayıflık, bireysel öznenin kaybı, bilimsel nesnelliğin zedelenmesi.
Epistemik adaletsizlik (epistemic injustice), bireylerin bilgi üretme, aktarma veya yorumlama kapasitelerinin (epistemik ajanlıklarının) sosyal önyargılar nedeniyle haksız yere zarar görmesi veya bastırılması olarak tanımlanır. Bu kavram, 2007'de Miranda Fricker'ın Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing adlı kitabıyla sistematik hale getirilmiştir. Fricker'a göre, epistemik adaletsizlik, bireyin "bilme yetisi" (capacity as a knower) üzerinden yapılan bir ayrımcılıktır ve etik bir sorun olmanın ötesinde, sosyal güç dinamiklerinin bilgi akışını nasıl bozduğunu gösterir. Sosyal epistemoloji ve feminist epistemoloji bağlamında kritik bir yer tutar; örneğin, marjinalize edilmiş grupların (kadınlar, azınlıklar) seslerinin duyulmaması gibi. Temel soru: "Bilgi, kimin için ve nasıl erişilebilir?"dir.
1. Epistemik Adaletsizliğin Temel Türleri Fricker, iki ana
tür tanımlar; bu ayrım, adaletsizliğin bireysel mi yoksa yapısal mı olduğunu
vurgular.
- Tanıklık Adaletsizliği (Testimonial Injustice): Bir kişinin tanıklığı veya ifadesi, önyargılı bir inandırıcılık indirimi (credibility deficit) nedeniyle küçümsenir. Bu, bireysel önyargılardan kaynaklanır ve konuşanın epistemik otoritesini zedeler.Örnek: Bir kadının cinsel taciz iddiası, "histerik" veya "abartılı" diye dinlenmemesi (#MeToo hareketinde sıkça görülen). Fricker, bu türün "negatif" (indirgeme) ve "pozitif" (aşırı abartma) varyasyonlarını belirtir; örneğin, bir çocuğun tanıklığının ciddiye alınmaması.Sonuçları: Konuşan bireyin özsaygısını (self-trust) erozyona uğratır ve bilgi paylaşımını engeller.
- Hermeneutik Adaletsizlik (Hermeneutical Injustice): Birey, kendi deneyimlerini yorumlamak için yeterli kavramsal araçlara (hermeneutik kaynaklara) erişemez; bu, yapısal bir sorundur ve topluluğun kolektif yorumlama pratiklerinden kaynaklanır.Örnek: 1970'lerde "cinsel taciz" kavramının yaygınlaşmadan önce, kadınların işyerindeki taciz deneyimlerini adlandıramaması. Günümüzde, endometriozis gibi hastalıkların teşhis gecikmesinde görülür; hastalar semptomlarını "psikolojik" diye yorumlanır.Sonuçları: Marjinal grupların epistemik katılımını dışlar ve yeni bilgi üretimini bloke eder.
Bu türler, birbirini besler: Tanıklık adaletsizliği
hermeneutik kaynakları daraltabilir.
Hermeneutik adaletsizlik (hermeneutical injustice), Miranda Fricker'ın epistemik adaletsizlik kavramının bir alt türüdür. Bu, bireylerin kendi deneyimlerini anlamlandırmak veya ifade etmek için yeterli kavramsal araçlara (hermeneutik kaynaklara) erişemediği yapısal bir eşitsizliktir. Toplumun kolektif dil ve kavramları, marjinalize edilmiş grupların deneyimlerini dışlar veya yorumlanamaz kılar. Bu adaletsizlik, bireysel önyargılardan ziyade kültürel normlardan kaynaklanır ve bilgi üretimini bloke eder.
Klasik Örnek: Cinsel Taciz Kavramının Ortaya Çıkışı (1970'ler)1970'lerin başında, Cornell Üniversitesi'nde çalışan Carmita Wood adlı bir kadın, patronu tarafından cinsel tacize uğradı. Ancak o dönemde "cinsel taciz" (sexual harassment) kavramı henüz yaygınlaşmamıştı; Wood'un deneyimi "kişisel sorun" veya "abartı" olarak yorumlanıyordu. Bu, hermeneutik adaletsizliğin tipik bir örneğidir: Wood, mağduriyetini adlandıramıyor ve topluma aktaramıyordu, çünkü dil ve kavramlar patriyarkal normlara göre şekillenmişti. Kavramın 1975'te feminist aktivistler tarafından icadı, bu adaletsizliği kısmen giderdi. Fricker, bu örneği kitabında temel bir vaka olarak kullanır.
Irkçı Bağlamda: Tom Robinson Vakası (Harper Lee'nin
Bülbülü Öldürmek Romanından)Romanın 1930'lar Güney ABD'sinde geçen hikâyesinde,
siyah bir adam olan Tom Robinson, beyaz bir kadın olan Mayella Ewell tarafından
suçlanır. Tom'un masumiyetini anlatması, dönemin ırkçı kavramları nedeniyle
"yalan" veya "tehdit" olarak yorumlanır. Toplumun
hermeneutik kaynakları (ırkçı stereotipler), Tom'un deneyimini (ırk temelli
yanlış suçlama) anlamlandırmaya izin vermez. Bu, hermeneutik adaletsizliğin
yapısal gücünü gösterir: Siyah bireylerin mağduriyetleri, beyaz normlara göre
"görünmez" kalır.
Tıbbi ve Sağlık Bağlamında: Endometriozis Teşhis GecikmeleriGünümüzde, endometriozis gibi kadın hastalıklarında hastalar yıllarca semptomlarını (yoğun pelvik ağrı) "adet sancısı" veya "psikolojik sorun" diye yorumlanır. "Endometriozis" kavramı yaygın olsa da, tıbbi dil ve teşhis araçları hâlâ eril normlara (örneğin, erkek odaklı araştırma) dayalıdır. Bir kadın, acısını adlandıramaz ve doktorlar tarafından ciddiye alınmazsa, hermeneutik adaletsizlik yaşar. Bu, feminist epistemolojide sıkça tartışılan bir örnek; teşhis gecikmesi ortalama 7-10 yıl sürer ve kadınların epistemik otoritesini zedeler.
Modern Medya Örneği: Netflix Dizisi Unbelievable (2019)Dizide, Marie Adler adlı genç bir kadın tecavüze uğrar, ancak polis ve toplum onun hikâyesini "yalan" diye yorumlar. Dönemin kavramları (tecavüz mağdurlarının "ideal" profilinin uymaması), Marie'nin deneyimini hermeneutik olarak dışlar: Travma sonrası davranışları "tutarsız" görülür. Bu, gerçek bir vaka temellidir ve hermeneutik adaletsizliğin tanıklık adaletsizliğiyle nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Dizi, #MeToo sonrası tartışmalarda epistemik adaletsizliği somutlaştırır.
Yoksulluk ve Sosyal Eşitsizlikte: Deneyimlerin
Tanınmaması Yoksulluk yaşayan bireyler, günlük mücadelelerini (örneğin, gıda
güvensizliği) "tembellik" veya "kişisel başarısızlık" diye
yorumlanır, çünkü toplumun kavramları orta sınıf normlarına göre
şekillenmiştir. Bu, bireyin kendi acısını anlamlandıramamasına yol açar;
örneğin, bir ailenin "görünmez emeği" (çocuk bakımı + iş) hermeneutik
olarak yok sayılır. Bu örnek, epistemik adaletsizliğin sınıf temelli
varyasyonunu vurgular ve sosyal politikaları etkiler.
Sonuç: Neden Önemli? Hermeneutik adaletsizlik, bireysel değil kolektif bir sorundur; kavramların çeşitlendirilmesi (örneğin, feminist veya kesişimsel dil) ile giderilebilir. Günümüzde, dijital platformlar ve AI'de (örneğin, algoritmik dışlama) yeni formlar alır. Bu örnekler, bilginin nasıl güçle şekillendiğini gösterir.
2. Epistemik Adaletsizliğin Nedenleri ve Mekanizmaları
- Güç
Dinamikleri: Fricker, adaletsizliğin "güç bilgisi"
(power-knowledge) ilişkilerinden doğduğunu söyler; örneğin, Michel
Foucault'nun etkisiyle, bilgi kim tarafından kontrol ediliyorsa, o grup
epistemik normları belirler.
- Yapısal
vs. Bireysel: Tanıklık bireysel önyargılara, hermeneutik ise kültürel
normlara dayanır. Kristie Dotson (2011), "boğucu sessizlik"
(smothering silencing) gibi varyasyonlar ekleyerek, marjinal grupların
kendi adaletsizliklerini bile ifade edemediğini vurgular.
- Epistemik
Erdemler ve Kusurlar: Epistemik erdemler (örneğin, adil dinleme) eksikliği
adaletsizliği tetikler. José Medina (2013), bu kusurları "direniş
epistemolojisi"yle (epistemology of resistance) karşı koymak için
kullanır.
3. Örnekler ve Uygulamalar
- Tıbbi
Bağlam: Hastaların semptomlarının ciddiye alınmaması; örneğin, kadınların
ağrılarının "psikolojik" diye etiketlenmesi (endometriozis
vakalarında, teşhis 7-10 yıl gecikir).
- Yasal
ve Politik Alan: Azınlık tanıklarının mahkemede inanılmaması; Türkiye'de
toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında AB uyum sürecinin epistemik
adaletsizlik perspektifinden eleştirisi (örneğin, kadın haklarının
"Batı dayatması" diye küçümsenmesi).
- Dijital
Çağ: Sosyal medyada trolleme veya algoritmik önyargılarla seslerin
bastırılması.
4. Eleştiriler ve Sınırlılıklar
- Yetersiz
Kapsam: Eleştirmenler (Gaile Pohlhaus Jr., 2020), kavramın "tamir
edilebilir" (reparable) adaletsizliklere odaklandığını,
"tamirsiz" (irreparable) olanları (örneğin, kültürel hafıza
kaybı) ihmal ettiğini söyler.
- Kesişimsel
Eksiklik: Irk, sınıf ve cinsiyet kesişimlerini yeterince entegre etmemek;
bu, Medina (2022) gibi düşünürlerce genişletilmiştir.
- Normatif
Sorunlar: Adaletsizliği gidermek için "epistemik erdemler"
önerisi, pratikte nasıl uygulanacağı belirsizdir.
5. 21. Yüzyılda Gelişmeler (2020-2025)2020 sonrası,
epistemik adaletsizlik kavramı disiplinlerarası yayıldı; özellikle AI, sağlık
ve küresel araştırmalarda. Pandemi ve dijital dönüşüm, kavramı somutlaştırdı.
- AI
ve Teknoloji: AI etiklerinde "dağıtılmış epistemik adaletsizlik"
(distributive epistemic injustice) tartışıldı; örneğin, AI sistemlerinin
marjinal verileri dışlaması (2025 ACM makalesi).
- Sağlık ve Psikoterapi: COVID-19'da aşı tereddüdünde epistemik adaletsizlik; psikoterapide hastaların epistemik ajanlıklarının reddi (2025 Taylor & Francis).
- Engelli bireylerde katılım zorlukları (2025 Sage).
- Eğitim ve Küresel Araştırma: Müfredatta marjinal öğrencilerin epistemik dışlanması (2024 ScienceDirect).
- Antibiyotik direnci araştırmalarında küresel Güney'in sesinin duyulmaması (2025 ScienceDirect).
- Türkçe ve Yerel Gelişmeler: Türkiye'de politik epistemolojide "hibrit kötülük" (hybrid evil) ile genişletme (2024 İnönü Üni. Dergisi).
- Toplumsal cinsiyet politikalarında AB uyumu analizi (2025 ResearchGate).
Bu gelişmeler, kavramı normatif bir araçtan, uygulamalı bir çerçeveye dönüştürdü; örneğin, epistemik adaleti sağlamak için "kişi-merkezli bakım" önerileri (2025 Springer).
Epistemik Adalet Çözümleri: Adaletsizliği Giderme
Yolları
Epistemik adalet (epistemic justice), bireylerin bilgi üretme, paylaşma ve yorumlama kapasitelerinin (epistemik ajanlıklarının) eşit ve adil bir şekilde tanınmasını sağlar. Miranda Fricker'ın epistemik adaletsizlik kavramının (tanıklık ve hermeneutik adaletsizlik) karşıtı olarak, bu çözümler bireysel, kurumsal ve toplumsal düzeylerde önyargıları azaltmayı, sesleri güçlendirmeyi ve bilgi akışını demokratikleştirmeyi hedefler. Çözümler, erdem epistemolojisi, feminist yaklaşımlar ve participatory yöntemlerle şekillenir; amacı, marjinalize edilmiş grupların (kadınlar, azınlıklar, engelliler) epistemik otoritesini artırmaktır.







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder