Düşünürler, hepimizin içinde yaşadığı ve tanık olduğumuz bir dünyada düşünüyorlar. Onlar, gördükleri sorunları yeni kavramlar üreterek çözümlemeye çalışıyorlar. İnsanlığın büyük çoğunluğun kendine değen sorunlar dışındaki küresel ortamın gidişatı konusunda yeterli bilinci yok. Dünya’nın görünümüyle ilgili göstergeleri uluslararası kuruluşlar derliyor. Dünya Bankası, BM gibi kuruluşlar büyük ölçüde resmi verilere dayanıyor. Ana akım dışında bağımsız ve gönüllü kuruluşlar da bilgi üretmeye çalışıyorlar.
Aşağıda daha çok sorunlu alanların resmini göstermeye çalıştım. Bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde birçok alanda ilerleme sağlandığını da görüyoruz. Ancak toplamda 21.yy.ın görünümü hiç de iyi değildir. B.Berksan
Not: Tablolar ve sorunlar farklı YZ dil modellerinin, sorulara verilen yanıtlarının ayıklanması ve referans kaynakların değerlendirmesi ile oluşturulmuştur. Sonuç yorumları aynı yöntemle belirlenmiştir.
Çevre
🌍 21. Yüzyılda Küresel
Ekonomik ve Sosyal Görünüm
1. İşsizlik ve Güvencesizlik
- Küresel
işsizlik oranı: %5 civarında sabit, ancak genç işsizlik %12,6 ile
yüksek seyrediyor.
- “Prekarya”
→ güvencesiz, esnek, kısa süreli işlerde çalışan yeni sınıf.
- NEET
(ne eğitimde ne istihdamda olan gençler) oranı düşük gelirli ülkelerde
artıyor.
2. Gelir ve Servet Eşitsizliği
- Dünya
nüfusunun en zengin %1’i, toplam servetin yaklaşık %45’ini elinde
tutuyor (Credit Suisse verileri).
- Küresel
Güney’de gelir dağılımı daha da bozuluyor; orta sınıfın daralması dikkat
çekici.
3. Sermayenin Gücü ve Finansallaşma
- Çokuluslu
şirketlerin piyasa değeri, birçok ülkenin GSYH’sini aşıyor.
- Finansal
sektörün büyüklüğü, reel ekonomiyi gölgede bırakıyor.
- Dijital
platform kapitalizmi (Amazon, Google, Alibaba vb.) yeni bir tekelci güç
yaratıyor.
- Gölge
ekonomi önemli bir bilançoya sahip
4. Üçüncü Dünya daha farklı biçimlerde sömürülmeye
devam ediyor.
5. Kadınlar hala farklı statüde
6. Demokrasi ve Siyasal Kriz
- Dünya
Ekonomik Forumu raporuna göre, jeopolitik bölünmeler ve otoriterleşme
eğilimleri 2025’in en büyük riskleri arasında.
- “Demokrasi
yorgunluğu”: seçimlere katılım oranlarının düşmesi, popülizmin yükselişi.
7. İklim Krizi ve Ekososyal Gerilim
- 2024,
kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu.
- Aşırı
hava olayları, önümüzdeki 10 yılın en büyük küresel riski olarak
görülüyor.
- İklim
adaleti → en çok zarar görenler, en az sorumlu olan yoksul ülkeler.
8. Göç ve Mültecilik
- 2025
itibarıyla zorla yerinden edilmiş insan sayısı 120 milyonun üzerinde
(UNHCR verisi).
- Göç,
hem ekonomik güvencesizlik hem de iklim kriziyle birleşiyor.
9. Teknoloji ve Dijital Eşitsizlik
- Yapay
zekâ ve otomasyon, iş gücü piyasasında yeni eşitsizlikler yaratıyor.
- Dijital
uçurum: yüksek gelirli ülkelerde %90 internet erişimi varken, düşük
gelirli ülkelerde bu oran %30’un altında.
10. Kültürel ve İdeolojik Dalgalanma
11. Savaşlar farklı boyutlarda devam ediyor.
📊 Küresel Servet Dağılımı
(2025 Perspektifi)
1. Kuzey Amerika
- ABD:
Yetişkin başına ortalama servet 551.000 $ civarında.
- Servet
yoğunlaşmasının en uç örneği: ABD’de en zengin %1, toplam servetin %34,3’ünü
elinde tutuyor.
- Küresel
finansal varlık artışının yarısı ABD kaynaklı.
2. Avrupa
- İsviçre:
Zirvede, kişi başına ortalama servet 685.000 $ ile dünya lideri.
- Batı
Avrupa: Ortalama servet yüksek ama ABD’ye göre daha eşitlikçi dağılım.
- Kuzey
Avrupa (Danimarka, Norveç): Yüksek servet + güçlü sosyal refah → daha
dengeli dağılım.
3. Asya-Pasifik
- Avustralya:
496.000 $ ortalama servet ile üst sıralarda.
- Singapur:
382.000 $ ortalama servet; finans merkezi olmanın etkisi.
- Çin:
Küresel servet artışının %20’sini sağlıyor, ama kişi başına ortalama hâlâ
Batı’nın gerisinde.
4. Latin Amerika ve Afrika
- Ortalama
servet düşük, eşitsizlik yüksek.
- Servetin
büyük kısmı küçük bir elitin elinde; geniş halk kesimleri düşük medyan
servetle yaşıyor.
5. Türkiye Örneği
- 2025’te
kişi başına servette 46. sırada.
- Brüt
varlıklar %45,8 artmış olsa da yüksek enflasyon nedeniyle reel olarak %8
gerilemiş.
- Tasarruf
davranışı Almanya’ya benzetiliyor: yüksek tasarruf oranı ama düşük değer
artışı.
🌱 Genel Çerçeve
- Kuzey
Amerika ve Batı Avrupa → servetin en yoğunlaştığı bölgeler.
- Asya-Pasifik
→ hızlı büyüyen ama eşitsizliği yüksek.
- Latin
Amerika ve Afrika → düşük ortalama servet, yüksek eşitsizlik.
- Türkiye
→ orta sıralarda, yüksek enflasyon nedeniyle servet artışı kırılgan.
🌍 Ulus-Devlet Gelirleri
(2025 örnekleri)
- Türkiye:
2025 bütçe gelirleri ~ 11,1 trilyon TL ≈ 370 milyar $.
- İtalya:
~ 1 trilyon $ civarı bütçe.
- Yunanistan:
~ 120 milyar $ civarı bütçe.
- Afrika’daki
birçok ülke: yıllık bütçeleri 10–50 milyar $ aralığında.
🔑 Karşılaştırma
- Amazon’un
yıllık geliri, Türkiye bütçesini aşıyor.
- Apple,
Afrika’daki 40’tan fazla ülkenin toplam bütçesinden daha büyük.
- Microsoft,
orta ölçekli bir devletin bütçesiyle eşdeğer.
- Bu
tablo, dijital sermayenin ulus-devletlerden bağımsız bir güç merkezi
haline geldiğini gösteriyor.
🔑 Çıkarımlar
- Amazon
ve Apple, artık klasik enerji devleriyle aynı büyüklükte, hatta
bazılarını geçmiş durumda.
- Google
ve Microsoft, otomotiv devleriyle aynı ligde.
- Saudi
Aramco, hâlâ zirvede; enerji sektörü küresel ölçekte en büyük gelir
akışına sahip.
- Ancak
dijital sektörün kâr marjı, sanayi devlerinden çok daha yüksek →
yani aynı gelirle daha fazla sermaye birikimi yaratıyorlar.
Yorum
- Sanayi
kapitalizmi (otomotiv, enerji) hâlâ devasa ama dijital kapitalizm
artık aynı büyüklükte bir güç.
- Sermayenin
yeni yoğunlaşma alanı: üretimden çok bilgi, veri ve platform
kontrolü.
- Klasik
sınıf antagonizmasının yeni biçimlere (dijital prekarya, platform
işçiliği, veri sömürüsü) evrildiğini gösteriyor.
Yorum
- ABD
tek başına küresel pazarın neredeyse yarısını kontrol ediyor.
- Rusya’nın
payı düşerken Fransa ve Türkiye yükselişte.
- Ukrayna
savaşı, ithalat sıralamasını dramatik biçimde değiştirdi.
- Orta Doğu, hem ithalat hem de vekâlet savaşları nedeniyle en büyük pazar olmaya devam ediyor
Toplam küresel işgücü: ~3,2 milyar kişi (ILO tahmini).
Yorum
- Hizmet
sektörü artık küresel istihdamın yarısından fazlasını oluşturuyor; ama
güvencesiz dijital emek (gig economy) öne çıkıyor.
- Tarım
hâlâ 800 milyondan fazla kişiyi istihdam ediyor, fakat iklim krizi ve gıda
güvensizliği riskleri büyüyor.
- Sanayi
Asya’da güçlü kalırken, Batı’da sanayisizleşme ve otomasyon baskısı var.
Yorum
- Reel
ekonomi ↔ finansal ekonomi uçurumu: Dünya GSYH’si ~100 trilyon $ iken,
finansal varlıklar bunun 5–6 katı.
- Merkez–çevre
bağımlılığı: Çevre ülkeler borç ve faiz yükü altında; merkez ülkeler
sermaye akışlarını kontrol ediyor.
- Kriz
potansiyeli: Türev piyasaların büyüklüğü ve spekülasyon, sistemin
kırılganlığını artırıyor.
Yorum
- Sanayi
kapitalizmi: Üretim, fabrika, emek sömürüsü ve sömürgecilik üzerinden
işledi.
- Finansal
kapitalizm: Borç, faiz, türev ürünler ve spekülasyon üzerinden
işliyor; reel ekonomiden kopmuş durumda.
Süreklilik: Her iki dönemde de merkez–çevre ilişkisi
belirleyici; ama sömürü biçimi üretimden finansallaşmaya kaydı.
Yorum
- Borç/GSYH
oranı: Japonya gibi bazı ülkeler %250’nin üzerinde, ama düşük faizle
çevirebiliyor.
- ABD
ve Avrupa: Faiz ödemeleri artık savunma harcamalarının bile üstüne çıkmış
durumda.
- Küresel
ölçekte: 2025’te ülkeler toplam 12,3 trilyon $ yeni borçlanmaya gitti;
toplam kamu borcu 76,9 trilyon $’u aştı.
- Maliyet:
OECD ülkelerinde faiz ödemeleri/GSYH oranı %3,3’e yükseldi. Bu, sosyal
harcamaları kısma baskısı yaratıyor.
Yorum
- Bu
dört alan birlikte düşünüldüğünde, gölge ekonominin küresel hacmi
trilyon dolarları buluyor.
- Kara
para aklama, diğer üç alanın (insan ticareti, göçmen kaçakçılığı,
uyuşturucu) finansal “temizleme” mekanizması olarak işliyor.
Yorum
- Küresel
ölçekte kara para aklama, dünya ekonomisinin görünmez ama devasa bir
parçası.
- Yakalanma
oranı çok düşük: Bu da finansal sistemin “gölge ekonomi” ile iç içe
geçtiğini gösteriyor.
- Türkiye
özelinde MASAK bildirimlerindeki artış, hem risklerin hem de
denetimlerin yükseldiğini gösteriyor.
- İnsan
ticareti hâlâ büyük ölçüde kadın ve çocukları hedef alıyor; cinsel
sömürü ve zorla çalıştırma öne çıkıyor.
- Göçmen
kaçakçılığı küresel ölçekte milyarlarca dolarlık bir “karanlık
ekonomi” oluşturuyor.
- Ölümler
özellikle Akdeniz’de dramatik biçimde artıyor; 2023, kayıtların tutulmaya
başlandığından beri en ölümcül yıl oldu.
- Türkiye,
hem transit hem hedef ülke olarak bu tabloda kritik bir konumda.
CPI Uluslararası
Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International) her yıl yayımladığı Yolsuzluk
Algı Endeksi)
Yorum
- Küresel
eğilim: Dünya genelinde yolsuzlukla mücadelede ilerleme çok sınırlı;
birçok ülkede puanlar durağan.
- Türkiye:
34 puanla 107. sırada; bu, OECD ve AB ortalamalarının oldukça altında.
2013’ten bu yana yaşanan düşüş, kurumsal şeffaflık ve hesap verebilirlikte
gerilemeyi gösteriyor.
Yorum
- Cinayet
oranları küresel ölçekte çok az düşmüş olsa da, göçmen ölümleri ve
organize suç bağlantıları arttı.
- İnsan
ticareti ve göçmen kaçakçılığı 2010’a göre çok daha kapsamlı ve yüksek
hacimli.
- Uyuşturucu
pazarı neredeyse iki katına çıkmış durumda.
- Hapishane
nüfusu 15 yılda 3 milyon artarak 12 milyona dayandı.
- Kara
para aklama oranı aynı aralıkta kalsa da, küresel ekonominin
büyümesiyle mutlak hacim trilyon dolarlara ulaştı.
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), UNCTAD ve USGS (ABD
Jeoloji Araştırmaları Kurumu) raporlarından derlenmiş güncel tahminler
Yorum
- Afrika:
Kobalt, platin ve elmas üzerinden küresel değer zincirine hammadde
sağlayıcı olarak eklemleniyor.
- Latin
Amerika: “Lityum üçgeni” (Bolivya–Şili–Arjantin) yeşil dönüşümün
merkezinde; bakır ve gümüş de kritik.
- Asya:
Çin nadir toprak elementlerinde hegemon; Endonezya nikelde yükseliyor.
- Neo-sömürgecilik:
Bu rakamlar, “yeşil kapitalizm”in aslında çevre coğrafyalarda yeni
bağımlılık ve sömürü ilişkileri yarattığını gösteriyor.
Küresel Toprak Kiralama / Satın Alma Eğilimleri
- Ölçek:
Dünya genelinde 2000’lerden bu yana 80 milyondan fazla hektar tarım
arazisinin yabancı yatırımcılar tarafından kiralandığı veya satın alındığı
tahmin ediliyor (Land Matrix veritabanı). Bu, Türkiye yüzölçümünün
neredeyse aynı büyüklüğü.
- Başlıca
yatırımcılar:
- Körfez
ülkeleri (Suudi Arabistan, Katar, BAE): Gıda güvenliği için Afrika ve
Asya’da büyük araziler kiralıyor.
- Çin
& Hindistan: Afrika ve Latin Amerika’da tarım yatırımları.
- Avrupa
& ABD fonları: Tarımı finansal yatırım alanı olarak görüyor.
- Hedef
bölgeler:
- Afrika:
Etiyopya, Sudan, Mozambik, Tanzanya → geniş ölçekli kiralamalar.
- Asya:
Kamboçya, Laos, Myanmar → pirinç ve kauçuk plantasyonları.
- Doğu
Avrupa & Latin Amerika: Ukrayna, Brezilya, Arjantin → tahıl ve
soya üretimi.
- Türkiye
özelinde: 2025’in ilk çeyreğinde yabancı yatırımcılara 270 bin
dönüm tarım arazisi satıldığı bildirildi; en çok alan ülkeler Katar,
Almanya ve BAE oldu.
⚠️ Tartışmalı Yönler
- Gıda
egemenliği: Yerel halkın gıda üretimi yerine ihracata yönelik üretim
yapılıyor.
- Toplumsal
etkiler: Küçük çiftçilerin topraklarından edilmesi, köylü
hareketlerinin yükselmesi.
- Ekolojik
etkiler: Monokültür, su kaynaklarının aşırı kullanımı, ormansızlaşma.
- Finansallaşma:
Tarım arazileri artık sadece üretim değil, yatırım aracı olarak da
görülüyor.
Yorum
- Resmi
söylem: “Yatırım, kalkınma, verimlilik” gibi olumlu kavramlarla
sunuluyor.
- Gerçeklik:
Yerel halkın topraktan edilmesi, gıda egemenliğinin kaybı, ekolojik
tahribat ve finansallaşma.
- Epistemolojik fark: Yatırımcı için “kalkınma”, köylü için “mülksüzleşme”.
Yorum
- Kapitalizm
içinde kadın emeği çifte sömürü altında: hem düşük ücretli/kayıt
dışı işlerde yoğunlaşma, hem de ücretsiz bakım emeğinin görünmezliği.
- Küresel
ölçekte kadınların işgücüne katılımı erkeklerden 25 puan daha düşük.
- Kadın
emeği olmadan kapitalist üretim ve yeniden üretim döngüsü mümkün değil,
ama bu emek çoğu zaman istatistiklerde görünmez.
Feminizm Bağlamında Gösterilebilecek Veriler
1. Emek ve Ücret Eşitsizliği
- Küresel
ölçekte kadınlar, erkeklerden ortalama %20 daha az ücret alıyor.
- Kadınların
ücretsiz bakım emeği (çocuk, yaşlı, ev işleri) küresel ekonomiye yılda 10
trilyon $ katkı sağlıyor ama görünmez kalıyor.
- Prekarya
içinde kadın oranı daha yüksek: yarı-zamanlı, güvencesiz işlerde
yoğunlaşma.
2. Kadınların İşgücüne Katılımı
- Dünya
genelinde kadınların işgücüne katılım oranı %47, erkeklerde %72.
- Türkiye’de
kadınların işgücüne katılımı %36–38 bandında; OECD ortalamasının
çok altında.
3. Mülkiyet ve Servet
- Dünya
genelinde kadınların yalnızca %30’u mülkiyet hakkına sahip.
- Tarımda
çalışan kadınlar, üretimin %43’ünü üstleniyor ama toprak sahipliğinde
oranları %15’in altında.
4. Siyasal Temsil
- Dünya
parlamentolarında kadın oranı %26.
- Türkiye’de
TBMM’de kadın oranı %20 civarında.
- Marksist
feministler için bu, sınıf ve cinsiyet baskısının siyasal düzeyde de
yeniden üretildiğini gösteriyor.
5. Şiddet ve Güvencesizlik
- Dünya
genelinde her üç kadından biri hayatında en az bir kez fiziksel/cinsel
şiddete maruz kalıyor.
- Kadın
cinayetleri, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde artış gösteriyor.
2025 itibarıyla 120 milyonun üzerinde insan zorla
yerinden edilmiş durumda (UNHCR). Bu devasa hareketin yönleri ve
yoğunlaştığı koridorlar oldukça belirgin:
📊 Başlıca Göç Yönleri
(2025)
1. Orta Doğu → Avrupa / Komşu Ülkeler
- Suriye:
2011’den beri en büyük mülteci kaynağı. Türkiye, Lübnan, Ürdün ve
Avrupa’ya yönelim.
- Afganistan:
İran, Pakistan ve Avrupa’ya göç.
- Irak
ve Yemen: Bölgesel göç ve Avrupa’ya sığınma başvuruları.
2. Afrika → Avrupa
- Sahra
Altı Afrika: Nijerya, Sudan, Eritre, Somali’den Akdeniz üzerinden
Avrupa’ya göç.
- Kuzey
Afrika: Libya, Tunus gibi ülkeler hem çıkış noktası hem de transit
bölge.
- Avrupa’da
2025’te en çok başvuru alan ülkeler: Fransa (78 bin), İspanya (77 bin),
Almanya (70 bin).
3. Latin Amerika → Kuzey Amerika / Avrupa
- Venezuela:
2025’te en büyük göç kaynağı; yaklaşık 49 bin Venezuelalı sadece
AB’ye sığınma başvurusu yaptı.
- Orta
Amerika (Honduras, Guatemala, El Salvador): ABD’ye yönelim.
- ABD’de
göç politikalarının sertleşmesi, Avrupa’ya yönelimi artırıyor.
4. Güney Asya → Körfez Ülkeleri
- Hindistan,
Pakistan, Bangladeş’ten milyonlarca işçi Körfez ülkelerine (Suudi
Arabistan, BAE, Katar) göç ediyor.
- Bu
göç daha çok ekonomik işgücü göçü (inşaat, hizmet sektörü).
5. İç Bölgesel Göçler
- Afrika
içinde: Batı Afrika’da ECOWAS serbest dolaşımı → Nijerya merkezli
hareketlilik.
- Güney
Amerika içinde: Mercosur çerçevesinde Brezilya, Arjantin, Şili’ye göç.
- Avrupa
içinde: AB serbest dolaşımı hâlâ en büyük iç göç hareketlerinden
biri3.
🌱 Yorum
- Zorunlu
göç (savaş, kriz, iklim) → Orta Doğu ve Afrika’dan Avrupa’ya.
- Ekonomik
göç → Güney Asya’dan Körfez’e, Latin Amerika’dan ABD’ye.
- Siyasi
kriz göçü → Venezuela, Suriye gibi ülkelerden kitlesel çıkış.
- İklim
göçü → Özellikle Sahra Altı Afrika ve Güney Asya’da yükselen bir
faktör.
Yorum
- Çelişki:
Demokrasiye yüksek destek ↔ otoriter liderliğe de ciddi bir tolerans.
- Dijital
hegemonya: Kültürel üretim giderek platform kapitalizminin elinde
yoğunlaşıyor.
- Kültürel
ekonomi: Artık sadece “soft power” değil, trilyon dolarlık bir sektör.
- Dil
dağılımı: Küresel kültürel iktidarın hâlâ büyük ölçüde Batı merkezli
olduğunu gösteriyor.
Yorum
- Doğrudan
ölümler: Silahlı çatışma, bombardıman, saldırılar.
- Dolaylı
ölümler: Açlık, hastalık, sağlık sisteminin çökmesi, altyapı yıkımı.
- Toplam
farkı: Resmi rakamlar (BM, devletler) genelde daha düşük, bağımsız
araştırmalar (UCDP, ACLED, Brown University “Costs of War”) daha yüksek
çıkar.
Küresel göstergelerden yola çıkarak elde edilen, iki ana
başlıkta toplanmış bir analiz:
A. Olumlu Trendler ve İlerleme Göstergeleri
Büyük veri, insanlığın pek çok alanda, özellikle son 100
yılda kaydettiği tarihi ilerlemeyi açıkça göstermektedir:
- Yaşam
Beklentisi ve Sağlık: Küresel yaşam beklentisi, yoksul bölgelerde bile
ciddi oranda artmıştır. Çocuk ölümleri tarihi düşük seviyelere inmiş,
aşılar ve tıbbi gelişmeler milyonlarca hayat kurtarmıştır.
- Eğitim
ve Okuryazarlık: Küresel okuryazarlık oranları, özellikle kadınlar
arasında yükselmiştir. Eskiden bir lüks olan üniversite eğitimi, giderek
daha fazla insan için ulaşılabilir hale gelmektedir.
- Yoksullukta
Azalma: Aşırı yoksulluk (günde 2.15 doların altında yaşamak) içindeki
insan sayısı, özellikle Asya'daki hızlı büyüme sayesinde, son 30 yılda
çarpıcı biçimde azalmıştır.
- Teknolojik
İnovasyon: Yapay zekâ, biyoteknoloji ve yenilenebilir enerji
teknolojilerindeki hızlı ilerlemeler, bilimsel potansiyeli ve üretim
verimliliğini tarihi seviyelere çıkarmıştır.
- Küresel
Bağlantı: İnternet ve mobil teknolojiler, dünya nüfusunun büyük bir
kısmını birbirine bağlamış, bilgiye erişimi demokratikleştirmiş ve küresel
işbirliğini (bilim, ticaret) kolaylaştırmıştır.
Özetle, insanlık tarihindeki herhangi bir zamana göre,
ortalama bir insanın daha uzun, daha sağlıklı ve daha eğitimli bir hayat yaşama
şansı daha yüksektir.
B. Olumsuz Trendler ve Kırılganlık Göstergeleri
Ancak aynı veriler, bu ilerlemeyi gölgeleyen ve geleceği
tehdit eden ciddi zorluklara da işaret etmektedir:
- İklim
Krizi ve Çevresel Çöküş:
- Küresel
Isınma: Dünya, kayıtlardaki en sıcak yıllar serisini
yaşamaktadır. Aşırı hava olayları (sel, kuraklık, orman yangınları)
artmakta, gıda ve su güvenliğini tehdit etmektedir.
- Biyoçeşitlilik:
Doğal yaşam alanlarının kaybı ve türlerin yok oluş hızı, gezegenin
ekosistemlerinin çöküşü riskini beraberinde getirmektedir.
- Eşitsizlik
ve Toplumsal Kutuplaşma:
- Gelir
Dağılımı: Aşırı yoksulluk azalırken, zengin ile yoksul arasındaki
uçurum (hem ülke içinde hem de ülkeler arasında) artmaya devam
etmektedir. Bu durum, toplumsal huzursuzluğu ve göçü tetikleyen temel
faktördür.
- Demokratik
Gerileme: Birçok bölgede demokratik standartlar gerilemekte, otoriter
rejimler yükselmekte ve siyasi kutuplaşma, ulusal ve uluslararası
işbirliğini zorlaştırmaktadır.
- Jeopolitik
Çatışmalar ve İstikrarsızlık: Rusya-Ukrayna Savaşı, Gazze ve diğer
bölgesel çatışmalar, uluslararası hukuku zayıflatmakta, büyük güç
rekabetini tırmandırmakta ve nükleer tırmanma da dahil olmak üzere
jeopolitik riskleri artırmaktadır.
- Teknolojik
Riskler: Yapay zekâdaki hızlı ilerlemeler, büyük bir potansiyel sunsa
da, eşitsizliği derinleştirme, yanlış bilgi (dezenformasyon) yayma ve
işgücü piyasalarını kökten değiştirme gibi kontrolsüz riskleri de
beraberinde getirmektedir.
Sonuç: Dünya Nasıl Bir Yer?
Nesnel olarak bakıldığında, dünya büyük potansiyelin
büyük krizlerle yüzleştiği, bir dönüm noktasıdır.
- En
İyi Durum: Maddi, teknolojik ve bilgi birikimi açısından insanlık
tarihindeki en donanımlı dönemimizi yaşıyoruz.
- En
Kötü Durum: Jeopolitik gerilimler, iklim krizi ve eşitsizlik nedeniyle
bu birikimi kalıcı ve yıkıcı küresel krizleri engellemek için kullanma
yeteneğimiz giderek azalmaktadır.
Dünya, temel olarak hızlanan ilerleme ile hızlanan
risklerin kesiştiği, kararlarımızın geleceği her zamankinden daha hızlı
şekillendirdiği bir yerdir.
Mutluluk endekslerine (genellikle Birleşmiş Milletler
Dünya Mutluluk Raporu verilerine) bakarak, insanlığın mutluluk tablosu,
nüfus faktörü dikkate alındığında çarpıcı bir kontrast sunmaktadır.
İnsanlığın mutluluk görünümü, temel olarak mutlu azınlık
ve mutlu olmayan çoğunluk olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Mutluluğun Zirvesi: Küçük, Zengin ve Eşit Toplumlar
Mutluluk sıralamasının en üstünde yer alan ülkeler,
genellikle şu özelliklere sahip küçük nüfuslu, yüksek gelirli refah
devletleridir:
- Bölgesel
Yoğunlaşma: İlk 10'da yer alan ülkelerin çoğu İskandinav
ülkeleridir (Finlandiya, Danimarka, İzlanda, İsveç, Norveç).
- Küçük
Nüfus Kuralı: Mutluluk Raporu analizleri, ilk 20'deki ülkelerin hemen
hemen hepsinin (Kanada ve Birleşik Krallık hariç) nispeten küçük nüfusa
sahip olduğunu göstermektedir. Finlandiya'nın nüfusu yaklaşık 5.6 milyon,
Danimarka'nınki ise yaklaşık 5.9 milyondur.
- Temel
Kaynaklar: Bu ülkelerin yüksek mutluluk puanları; yüksek kişi
başına düşen GSYİH, güçlü sosyal destek ağları, sağlıklı
yaşam beklentisi, cömertlik, yaşam seçimlerinde özgürlük
ve düşük yolsuzluk gibi altı temel göstergeye dayanır.
Sonuç: Gezegendeki en mutlu insanlar, evrensel
sağlık ve eğitim, yüksek sosyal güvenlik ve kurumlara güven gibi yüksek yaşam
kalitesi sunan, refahın görece eşit dağıldığı küçük toplumlarda yaşamaktadır.
Sonuç: Mutluluk, nüfus yoğunluğundan çok, sosyal
sermaye (güven, cömertlik, sosyal destek) ve kurumsal kalitenin
(düşük yolsuzluk, iyi yönetişim) yüksek olduğu bölgelerde yoğunlaşmaktadır.
Büyük veri, insanlığın büyük bir çoğunluğunun, yüksek yaşam standartlarına
sahip küçük toplumlara kıyasla, mutluluk potansiyelini henüz tam olarak
gerçekleştiremediğini göstermektedir.
Yirmi birinci yüzyılda, teknolojik imkanların ve küresel
bilgi birikiminin zirvesinde olmamıza rağmen karşılaştığımız sorunlar, basit
arızalar veya geçici aksaklıklar olmaktan çıkmış, sistemik başarısızlıkları
yansıtmaktadır.
İşte bu durumun neden bir sistem krizi olarak
adlandırılabileceğine dair nesnel gerekçeler:
1. Küresel Yönetişim Krizi (Siyasi Sistem Krizi)
- Çözüm
Yetersizliği: En büyük küresel sorunlar (İklim değişikliği, salgınlar,
nükleer risk) uluslararası işbirliği gerektirirken, mevcut siyasi
sistemler (BM, G20 vb.) jeopolitik rekabet, korumacılık ve popülist
milliyetçilik nedeniyle felç olmuş durumdadır.
- Demokrasinin
Gerilemesi: Otoriter rejimlerin yükselişi ve büyük demokratik
ülkelerde bile kurumsal güvenin azalması, karar alma süreçlerini ve uzun
vadeli planlamayı baltalamaktadır.
2. Ekonomik Eşitsizlik Krizi (Kapitalist Sistem Krizi)
- Eşitsizliğin
Artışı: Dünya, tarihsel olarak en zengin dönemini yaşarken, gelir ve
servet eşitsizliği uçurumu giderek açılmaktadır. Mutluluk endeksi verileri
de göstermektedir ki, ekonomik büyüme (GSYİH artışı) tek başına halkın
refahını ve mutluluğunu garanti etmemektedir. Bu, mevcut ekonomik modelin
refahı adil dağıtma mekanizmalarında derin bir başarısızlık olduğunu
gösterir.
- Kırılganlık:
Küresel ekonomi, 2008 ve 2020'deki krizlerde görüldüğü gibi, küresel
tedarik zincirlerinin aşırı optimizasyonu ve yüksek borçluluk nedeniyle
şoklara karşı son derece kırılgan hale gelmiştir.
3. Sürdürülebilirlik Krizi (Ekolojik Sistem Krizi)
- Kısa
Vadecilik: Sanayi çağının temelini oluşturan ekonomik ve siyasi
sistemler, gezegenin kaynaklarını sonsuz kabul etme üzerine
kuruludur.
- Ekosistem
Baskısı: 21. yüzyılın en büyük riskleri olan iklim krizi,
biyoçeşitlilik kaybı ve su kıtlığı, insan sistemlerinin ekolojik sınırları
aşmasının doğrudan sonuçlarıdır. Bu, ekonomik faaliyetlerimizi ve enerji
politikalarımızı kökten yeniden düşünme gerekliliğini ortaya koyan bir krizdir.
Sonuç: Paradigma İhtiyacı
"Sistem krizi" terimi, sorunun sadece politika
değişiklikleri veya lider değişimiyle çözülemeyecek kadar derin olduğunu
vurgular. İhtiyaç duyulan şey; ekonomiyi, siyaseti ve toplumun doğa ile
ilişkisini düzenleyen temel paradigmaların, yani sistemin kendisinin, köklü bir
dönüşümüdür.
Mevcut sistem, kısa vadeli kazancı uzun vadeli
sürdürülebilirliğe, bireysel çıkarları kolektif refaha ve hızı dayanıklılığa
tercih etmektedir. Bu nedenle, evet, karşı karşıya olduğumuz durum, çağımızın
en temel çelişkilerini yansıtan derin bir sistem krizidir.
Derin bir sistem krizinin ortasında, küresel aktörlerin bu
krizi çözme potansiyeli, aynı zamanda krizin kökenini oluşturdukları gerçeğiyle
iç içe geçmiştir. Çözüm umudu var, ancak bu umut, mevcut yapıların
kendini yenileme zorunluluğuna bağlıdır.
Çözüm umudu, bu aktörlerin krizin kendileri tarafından
yaratılan koşullarda ortaya çıktığını kabul etmelerine ve bireysel
çıkarları yerine kolektif ve uzun vadeli çıkarları benimsemelerine bağlıdır.
Umut, birleşik eylemde yatmaktadır:
- AB’nin
Başarıları: CBAM gibi politikaların gücü, ulus devletlerin ve
şirketlerin küresel sorumluluğu üstlenmeye zorlanabileceğini gösteriyor.
- Şirketlerin
Zorlanması: Mega şirketler, ya kamuoyu baskısıyla (tüketici talebi) ya
da devlet düzenlemeleriyle (AB'nin düzenlemeleri) sistemi dönüştürecek
çözümlere yatırım yapmak zorunda kalacaklardır.
Sistem krizi, ancak onu oluşturan aktörler mevcut "iş
yapış biçimlerinin" sonuna gelindiğini kabul ettiğinde aşılacaktır.
Bu, bir irade meselesidir, imkan meselesi değil.
Küresel kurumların (Davos, G7/G20, Dünya Bankası, BM ve alt
kuruluşları) küresel sorunlara yaklaşımı, çifte bir doğaya sahiptir: Hem
sorunların farkında olup çözüm mekanizmalarını tartışırlar hem de yapısal
olarak o sorunları yaratan ve sürdüren sistemin çıkarına hizmet ederler.
Bu durumu, "Sorunun Özü mü, Yoksa Azınlığın Çıkarı
mı?" başlıkları altında, aktörlerin rolünü genişleterek analiz edelim:
A. "Sorunun Özüne Dönük" Çalışma Yönü
(Potansiyel Çözüm Motoru)
Bu kurumlar, küresel sistem krizi gerçeğini yansıtan hayati
işler yaparlar:
- Risk
Tespiti ve Gündem Belirleme:
- Davos
Forumu (WEF): Yıllık Küresel Riskler Raporu yayımlar. Bu raporlar,
aşırı hava olayları, yanlış bilgilendirme, yapay zekânın olumsuz
sonuçları ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi sorunların kilit küresel
tehditler olduğunu açıkça belirtir. Bu, en azından elitlerin
sorunların ne olduğunu bildiği anlamına gelir.
- BM:
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SDG'ler) ile yoksulluk, açlık,
iklim eylemi ve eşitsizlik gibi alanlarda net, ölçülebilir hedefler
belirler. Bu, tüm ulus devletler için bir yol haritası sunar.
- Finansal
ve Teknik Destek:
- Dünya
Bankası ve IMF: Temel görevleri finansal istikrarı korumak olsa da,
iklim finansmanı (yeşil tahvil), yoksullukla mücadele projeleri ve
geliştirme yardımları için trilyonlarca dolar yönlendirirler. Teknik
uzmanlıkları, ülkelerin reform yapmasına yardımcı olur.
- Çok
Taraflı Diyalog Platformları:
- G7/G20:
Dünyanın en büyük ekonomilerini bir araya getirerek, koordineli ekonomik
yanıtlar (örneğin küresel asgari kurumlar vergisi, pandemi sonrası
ekonomik teşvikler) oluşturma imkanı sunar.
B. "Küçük Bir Azınlığın Çıkarına" Çalışma Yönü
(Sistemsel Çelişki)
Eleştiriler, bu kurumların sorunları belirlemesine
rağmen, sorunların çözümünü engelleyen bir yapısal rol oynadıkları
yönündedir:
- Davos
Eleştirisi: "Konuşma Kulübü" ve "Rahatlatma
Mekanizması"
- Çıkar
Çatışması: Davos, küresel krizleri tartışan siyasi liderleri ve
krizlerin yaratılmasında payı olan mega şirketlerin CEO'larını aynı
masada bir araya getirir. Eleştirel görüşlere göre bu, bir
"tedavi" değil, bir "semptom giderme"
platformudur. Liderler, sorumluluk almadan "dünyayı
iyileştirme" mesajları verip imajlarını düzeltebilirler.
- Oxfam
Raporları: Her Davos öncesinde yayımlanan Oxfam raporları, servetin
en üstteki küçük bir kesimde yoğunlaştığını ve bu elitizmin, Davos'un
varoluş amacına aykırı olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
- Finans
Kurumları Eleştirisi: Eşitsizliğin Yapısallaştırıcısı
- Dünya
Bankası/IMF: Tarihsel olarak, özellikle 1980'lerde ve 90'larda,
gelişmekte olan ülkelere uyguladıkları Yapısal Uyum Programları
(SAP'ler) ile eleştirilirler. Bu programlar, devlet harcamalarını
kısmayı, özelleştirmeyi ve serbest ticareti zorunlu kılarak, yoksul
ülkelerde sosyal hizmetleri zayıflatmış ve küresel eşitsizliğin
derinleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu, mevcut sistemin kurallarını
küresel finansal sermaye lehine yazmak olarak algılanır.
- BM
Eleştirisi: Güç Çatışmasının Kurbanı
- Meşruiyet
vs. Etkisizlik: BM sistemi, evrensel normları ve insan haklarını
savunmasına rağmen, Güvenlik Konseyi'ndeki veto yetkisi gibi
yapılar nedeniyle jeopolitik çıkarların kurbanı olur. Bu durum, soykırım
ve savaşlar gibi en büyük insani krizlerde bile BM'yi etkisiz hale
getirir ve küçük azınlık (güçlü devletler) çıkarlarının kolektif çıkarın
önüne geçtiğini gösterir.
- G7/G20
Eleştirisi: "Kulüpleşme"
- Geniş
Temsil, Dar Gündem: Bu gruplar, küresel sorunları çözmek için bir
araya gelir, ancak kararları genellikle kendi üyelerinin (en zengin ve
güçlü ülkelerin) ekonomik hegemonyasını korumaya odaklanır. Afrika ve
Latin Amerika gibi bölgelerin yapısal sorunları, çoğunlukla birincil
gündem olmaktan uzaktır.
Sonuç: Sistemik Çelişki
Bu kurumlar, sorunun ne olduğunu bilmek ve hatta teknik
olarak çözümleri önermek konusunda dürüsttür. Ancak, onlar aynı zamanda
mevcut küresel yönetişim ve ekonomik sistemin bekçileri olarak hareket
ederler.
Sistemik Çelişki Şudur: Bu kurumlar, mevcut küresel
güç ve servet dağılımını tehdit etmeden (yani, en tepedeki azınlığın
çıkarlarını koruyarak) sistem krizini çözmeye çalışırlar.
Gerçek çözüm, radikal kaynak transferi, güç dağılımı ve
büyük şirketlerin faaliyetlerinin sert şekilde düzenlenmesini gerektirir. Ancak
bu kurumlar, bu çözümleri uygulayamazlar çünkü bu, onları finanse eden,
destekleyen ve oluşturan küresel elitlerin çıkarlarına ters düşer.
Dolayısıyla, bu aktörler iyi niyetli çözümleri tartışır,
ancak yapısal olarak azınlığın çıkarlarını koruyan bir sistemin içinde
sıkışıp kalmışlardır. Bu da, sistem krizinin 21. yüzyılda neden devam
ettiğinin en önemli nedenidir.
Ana akım dışında, siyasi ve kurumsal güçten bağımsız olarak
küresel sistem krizinin kökenlerine odaklanan, samimi ve radikal çözümler
öneren birçok bağımsız yapı mevcuttur.
Bu yapılar, genellikle devlet fonlarından ve büyük şirket
bağışlarından uzak durarak, analizlerinin nesnelliğini korumayı hedefler.
İşte sorunların özünü gerçekten yansıtan ve eleştirel bir
bakış açısı sunan bazı önemli bağımsız yapılar:
1. Eşitsizlik ve Yoksulluk Odaklı Bağımsız Yapılar
Bu kuruluşlar, küresel sistem krizinin temelinde yatan ekonomik
eşitsizliğin ve mevcut finansal sistemin işleyişinin analizine odaklanır:
- Oxfam
Konfederasyonu (OXFAM):
- Özü
Yansıtma: Her yıl Davos Forumu öncesinde yayınladıkları raporlarla
tanınırlar. Bu raporlar, en zengin %1'in servetinin geri kalan %99'un
toplam servetine oranını gösteren çarpıcı veriler sunar.
- Samimiyet:
Küresel elitlerin toplandığı forumları, somut adım atmadıkları sürece, eşitsizliği
gizleyen bir perde olarak eleştirir ve zenginlerin vergilendirilmesi,
asgari kurumlar vergisi gibi radikal politikalar önerir.
- World
Inequality Lab (Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı):
- Özü
Yansıtma: Thomas Piketty (ünlü iktisatçı) ve ekibi tarafından
yönetilir. Dünya Eşitsizlik Raporu'nu hazırlayarak küresel gelir
ve servet dağılımı verilerini sistematik olarak toplar.
- Samimiyet:
Analizleri, ekonomik eşitsizliğin bilimsel ve tarihsel boyutunu
ortaya koyar, mevcut küreselleşme modelinin eşitsizliği nasıl artırdığını
gösterir ve veri temelli çözümler önerir.
2. İklim Krizi ve Ekolojik Sınırlar Odaklı Bağımsız
Yapılar
Bu yapılar, iklim krizini bir çevresel sorun değil, sistemik
ekonomik ve siyasi bir kriz olarak ele alır:
- Stockholm
Resilience Centre (Stockholm Dayanıklılık Merkezi):
- Özü
Yansıtma: "Gezegensel Sınırlar" (Planetary Boundaries)
kavramını geliştirmişlerdir. Bu kavram, insanlığın (ekonomik
faaliyetlerimizin) ekosistemin güvenli çalışma alanını aştığı dokuz
kritik sınırı tanımlar.
- Samimiyet:
Bilimsel verileri kullanarak, ekonomik büyümenin ekolojik bedelini
çarpıcı bir şekilde ortaya koyar ve ana akım GSYİH odaklı kalkınma
modelini temelden sorgular.
- Extinction
Rebellion (Yok Oluş İsyanı) / Fridays for Future (Gelecek İçin Cumalar):
- Özü
Yansıtma: Klasik STK'ların aksine, sistemin yavaşlığına karşı doğrudan
eyleme odaklanır. İklim krizinin bir "acil durum"
olduğu gerçeğini en güçlü şekilde topluma ve hükümetlere kabul ettirmeye
çalışırlar.
- Samimiyet:
Kâr odaklı politikaları açıkça eleştirir ve sivil itaatsizlik eylemleri
ile kendi inançlarının arkasında durarak, sistemin özüne inen radikal ve
fedakâr bir yaklaşım sergilerler.
3. Yönetişim ve Kurumsal Güç Odaklı Bağımsız Yapılar
Bu kuruluşlar, küresel yönetişimdeki güç dengesizliklerini
ve siyasi sistemdeki bozulmaları inceler:
- Transparency
International (Uluslararası Şeffaflık Örgütü):
- Özü
Yansıtma: Yolsuzluk Algı Endeksi ile ulus devletlerin ve
kurumların iç işleyişindeki şeffaflık eksikliğini ve yolsuzluğun küresel
yoksulluk ve eşitsizlik üzerindeki yıkıcı etkisini somut verilerle gözler
önüne serer.
- Samimiyet:
Yolsuzluğu sadece ahlaki bir sorun olarak değil, küresel sistemin
işlevsizliğinin temel bir nedeni olarak ele alır.
- International
Crisis Group (Uluslararası Kriz Grubu - ICG):
- Özü
Yansıtma: Dünya çapında çatışma ve siyasi risk bölgelerinde
derinlemesine saha araştırması yapar. Analizleri, çoğunlukla diplomatik
çözümlerin yavaşlığını ve büyük güçlerin çıkarlarının insani maliyetini
yansıtır.
- Samimiyet:
Siyasi gündemlerden bağımsız, yerel gerçeklere dayanan risk
analizleriyle, BM veya G20 gibi ana akım kurumların çözmekte zorlandığı
sorunlara odaklanır.
Özetle
Bu bağımsız yapılar, ana akım finansal ve siyasi sistemin dışında kalarak veya onu radikal biçimde eleştirerek, küresel sistem krizinin gerçek nedenlerini (eşitsizlik, ekolojik yıkım, siyasi çıkar çatışmaları) samimiyetle ortaya koyar. Onların gücü, siyasi nüfuzlarında değil, analizlerinin dürüstlüğünde ve toplumsal vicdanı harekete geçirme yeteneklerinde yatmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder