Felsefe disiplini olan epistemoloji, bilgi ve gerekçelendirmenin mahiyeti/ doğası hakkında yapılan çalışmadır: Bilhassa bilgi ve gerekçelendirmenin (a) tanımlayıcı unsurları, (b) temel koşulları veya kaynakları ve ( c) sınırları onun çalışma alanına girer. ( a)-( c) kategorileri, bilgi ve gerekçelendirmenin çözümlemesi, (akılcılığa karşı deneycilik örneğinde olduğu gibi) bilgi ve gerekçelendirmenin kaynakları ile bilgi ve gerekçelendirme konusunda şüpheciliğin konumu/tutumu etrafında dönen geleneksel felsefi ihtilafları yönlendirmiştir.
Epistemologlar, bilgiyi türlere ayırdılar: bir şeyle ilgili önermeseL bilgi (bir şeyin şöyle şöyle olduğunu bilme) ve önermese! olmayan bilgi (örneğin tanışıklık veya doğrudan farkındalık yoluyla bilme), deneysel (a posteriori) önermese! bilgi, deneysel olmayan (a priori) önermese! bilgi ve bir şeyin nasıl yapıldığının bilgisi. Yakın dönemdeki epistemoloji, bu türler arasındaki ayrımlar konusunda ihtilafa düşmüştür. Örneğin (i) bu bilgi türlerinin bir kısmı arasındaki ilişkiler (örneğin nasıl'ın bilgisi, önermese! bilgiye indirgenebilir mi?) (ii) bu türlerden bir kısmının varlığı (örneğin gerçekten a priori diye ifade edilen veya kolayca anlaşılabilen bir kavram var mıdır?) bu ihtilaflardan sadece ikisidir.
Aposteriori bilgi, destekleyici temelleri bakımından büyük ölçüde bazı özel duyusal ve algısal içeriklere bağlı olan bilgi olarak görülür. A priori bilgi ise bunun aksine destekleyici temelleri bakımından bu türden deneyimsel içeriklere bağlı olmayan bilgi olarak kabul edilir. lmmanuel Kant'ı takip eden epistemolojik gelenek, apriori bilginin destekleyici temellerinin yalnızca "saf akıl" veya "saf anlama" denilen tek başına zekâ süreçlerinin ürünü olduğunu ileri sürer. Bu gelenek içinde, varlığın mevcudiyeti veya fiziksel nesnelerin hemen yanımızda bulunması, aposteriori bilginin standart örnekleri iken mantıksal doğruluk içeren bilgiler de a priori bilginin standart örneklerdir. Apriori bilgiyle ilgili bir açıklamanın, uygun saf zihinsel (intellectuel) süreçlerinin ne olduğunu ve deneye dayanmayan bilgilere nasıl katkı sağladığını ortaya koyması beklenir. Benzer şekilde aposteriori bilgiye dair bir açıklamanın da, duyusal ve algısal deneyimin ne olduğunu ve deneysel bilgilere nasıl katkı sağladığını ortaya koyması beklenir. Böyle olmasına rağmen epistemologlar, önermesel bilgi ile ilgili genel bir açıklama ortaya koymaktadırlar; yani bu açıklamalar, a priori ve a posteriori bilgiye özgü olan şeyleri sıralamakla yetinmektedir.
Platon'un Theaetetus diyaloğundan beri epistemologlar, önermesel bilginin temel, tanımlayıcı unsurlarını tespit etmeye çalışmışlardır. Bu unsurlar, önermesel bilgi konusunda bir çözümleme ortaya çıkarmıştır. Diğerleri arasında Platon ve Kant'tan ilham alan etkili bir geleneksel görüş, önermesel bilginin tek başlarına gerekli, bir araya geldiğinde yeterli üç unsurunun bulunduğu şeklindedir: gerekçelendirme, doğruluk ve inanç. Bu görüşe göre önermesel bilgi, "gerekçelendirilmiş doğru inanç" şeklinde tanımlanır. Bu üç parçalı tanım, "standart çözümleme" olarak isimlendirile gelmiştir.
Bilgi sadece doğru inanç değildir. Bazı doğru inançlar,
yalnızca şanslı bir tahmine dayanırlar ve bu nedenle bilgi değillerdir.
Bilgi, inanç koşulundaki tatmin ile doğruluk koşulundaki tatminin "uygun
bir şekilde ilişkilendirilmesini" gerektirir. Bu, standart çözümlemedeki gerekçelendirme
koşulunu kavramanın tek kapsamlı yoludur. Biz, bilen bir kişinin bilinen
bir önermenin doğruluğu konusunda uygun ve yeterli emareye (adequate
indication) sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz. Eğer biz, böyle uygun bir
emareyi bir önermenin doğruluğunu gösteren bir çeşit kanıt olarak anlarsak o
zaman meşhur geleneksel gerekçelendirme koşulu görüşünü benimsemiş oluruz: kanıt
olarak gerekçelendirme. Gerekçelendirme hakkındaki sorular, çağdaş
epistemolojide oldukça dikkat çekicidir. İhtilaflar, "gerekçelendirmenin"
anlamında olduğu kadar bir inancı bilgiye dönüşecek şekilde gerekçelendiren
temel koşullar konusunda da ortaya çıkar.
Sürmekte olan bir ihtilaf, şu sorun nedeniyle ortaya çıktı: Epistemik gerekçelendirmenin ve bununla ilişkili olarak bilginin temelleri var mıdır; varsa ne anlamda vardır? Bu temel soru, bazı inançların (a) çıkarıma dayanmayacak şekilde kendi içlerinde epistemik gerekçelere sahip olup olmadıkları (yani, hiçbir diğer inançtan kanıtsal destek alıp almadıkları) ve (b) bu şekilde çıkarımsal temeli bulunmayan gerekçelendirmeden mahrum, diğer tüm gerekçelendirilmiş inançlar için epistemik gerekçelendirme sağlayıp sağlamadıkları meselesi ile ilgilidir. Aristoteles, Descartes, Bertrand Russell, C. I. Lewis ve Roderick Chisholm gibi filozoflarda farklı şekillerde ortaya çıkan geleneksel temelcilik, bu soruya olumlu bir cevap verir.
Temelciler, çıkarıma dayanmayan gerekçelendirmenin özel
koşulları konusunda farklı düşüncelere sahiptirler. Bazıları, çıkarıma
dayanmayan gerekçelendirmenin, kendi kendini gerekçelendirme
(self-justifıcation) ile aynı olduğunu ileri sürerler. Diğerleri ise çıkarıma
dayanmayan gerekçelendirmenin, inanç dışı psikolojik durumlarla ilgili algı,
duyu veya hafıza gibi kavramsal olmayan içeriklere bağlı kanıtsal desteklere
dayandığını ileri sürerler. Bununla birlikte diğer bazıları da çıkarıma
dayanmayan gerekçelendirmeyi, bir inancın "güvenli bir şekilde elde
edilmiş" olmasına bağlı olarak anlarlar; yani bu gerekçelendirmeler,
yanlış inançlardan ziyade doğru inançlar üretme eğilimi gösteren (algı, hafıza
ve içebakış gibi) bazı inanç oluşturucu inanç dışı süreç ve kaynaklara bağlı
olarak oluşur ve devam eder. Böyle bir görüş, bir inanca sebep olan kaynağı ve
onu sürdüren şeyleri temelci gerekçelendirme için hayati görür. Çağdaş
temelciler genellikle çıkarıma dayanmayan temelci gerekçelendirme iddiasını,
kesinlik iddiasından ayrı tutarlar. Onlar, genel olarak temel inançların kuşku
duyulmaz ve yanılmaz olmadığını kabul eden daha ılımlı bir temelciliği
benimserler. Bu yaklaşım, genelde Descartes'a
atfedilen radikal temelcilikle çelişir.
Temelcilik karşısında öne çıkan rakip düşünce, epistemik bağdaşımcılık da denilen bağdaşımcı gerekçelendirme düşüncesidir. Bu görüş, herhangi bir inancın gerekçelendirmesinin, bu inancın diğer bazı inançlarla gerektirici veya açıklayıcı türden tutarlı ilişkiler içinde olduğunu gösteren kanıtsal desteklere sahip olmasına bağlı olduğunu savunur. Epistemik bağdaşımcılığın etkili çağdaş versiyonlarından biri, inançlar arasındaki kanıta dayalı ilişkilerin, genelde açıklayıcı ilişkiler olduğunu ifade eder. Genel şekliyle bu görüşe göre bir inanç, size göre diğerlerine nazaran en iyi açıklamaya sahip olduğu sürece gerekçelendirilmiş olur veya size göre en yüksek açıklayıcı güce sahip olan inanç yapılarının/sistemlerinin bazı üyeleri tarafından en iyi şekilde açıklandığında gerekçelendirilmiş olur. Çağdaş epistemik bağdaşımcılık, holistiktir (bütüncül); yani bu görüş, gerekçelendirmenin nihai kaynağını, birbiriyle bağlantılı (veya potansiyel) inançların oluşturduğu bir yapı içinde ortaya koyar.
Deneye dayalı gerekçelendirmeyi açıklamayı amaçlayan tüm
bağdaşımcılık türleri, yalıtım itirazı (the isolation objection) denilen bir
sorunla karşı karşıyadır. Bu itiraza göre bağdaşımcılık, hiçbir deneysel
kanıtınızla tutarlı olmayan veya en azından ihtimal dışı olan deneysel bir
önermenizin kabulünü epistemik olarak gerekçelendirebilmenizi gerektirir. Bu
itirazdaki temel varsayım, tüm deneysel kanıtlarınızın, acı hissettiğinizde
veya bir şey gördüğünüzü zannettiğinizde olduğu gibi kavramsal olmayan duyu ve
algı içeriklerini ihtiva ediyor olmasıdır. Bu türden bir içerik, bir inanç ya
da bir önerme değildir. Epistemik bağdaşımcılık, tanımı gereği bir kimsenin
inandığı ve kabul ettiği önermeler arasındaki sadece tutarlı ilişkilerle ilgili
bir faaliyeti gerekçelendirme sayar. Sonuç olarak bağdaşımcılık, inanç dışı
farkındalık durumları ile ilgili kavramsal olmayan içeriklerin
gerekçelendirmedeki kanıtsal önemini görmezden gelmiştir; yani
gerekçelendirmeyi bunlardan yalıtmıştır. Bağdaşımcılar, bu sorunu gidemeye
çalışsalar da geniş kabul görmüş bir çözüm yoktur.
Açıklama
- Temelcilik:
Gerekçelendirmenin “aşağıdan yukarıya” işlediğini savunur; bazı inançlar
doğrudan gerekçelidir.
- Bağdaşımcılık:
Gerekçelendirmenin “yandan yana” işlediğini savunur; inançlar arası
tutarlılık ve açıklayıcılık esastır.
- İhtilaf
noktası: Deneyimsel içeriklerin (algı, duyum) gerekçelendirmedeki
rolü. Temelcilik bunu hesaba katar, bağdaşımcılık ise görmezden gelmekle
eleştirilir.
Son zamanlarda bazı epistemologlar, bilgi için geleneksel
kanıt koşulundan vazgeçmemizi önermektedirler. Onlar, gerekçelendirme koşulunu
bir sebebe dayanma koşulu (causal condition) olarak anlamamızı veya en azından
gerekçelendirme koşulu yerine bir sebebe dayanma koşulu koymamızı
istenmektedirler. Genel olarak düşünce şu şekil de ifade edilir: Siz P
olduğunu, eğer (a) siz P olduğuna inanıyorsanız, (b) P doğru ise ve (c) sizin P
olduğuna inancınız sebebe dayalı olarak üretilmiş (elde edilmiş) ve F'yi doğru
yapan olgu nedeniyle doğruluğunu devam ettiriyorsa biliyorsunuzdur. Bu, bilme
ile ilgili sebebe dayanma düşüncesinin temelidir. Yine bu yaklaşım, bir inancın
elde edilmesi ve varlığını devam ettirmesi için koşullarla ilgili farklı
nitelemeler yapmaya imkân verir. Sebebe dayanma düşüncesi, tümel önermelerle
ilgili bilgilerimiz konusunda bizim özel bir muamele yapmamızı gerektiriyor.
Örneğin ben açıkça tüm arabaların nihai olarak insanlar tarafından üretildiğini
biliyorum, fakat benim böyle olduğuna inanıyor olmam, tüm arabaların bu şekilde
üretildiği olgusu tarafından sebebe dayalı olarak desteklenmiyor görünmektedir.
Benim, bütün arabaların nihai olarak insanlar tarafından üretildiği şeklindeki
inancımı bir kenara bırakırsak, bu olgunun, sebebe dayalı olarak herhangi bir
inanç ortaya çıkardığı açık (belli) değildir. Sebebe dayalı bilme düşüncesi, bu
sorunu çözmek zorundadır.
Yaklaşımın Özellikleri
- Amaç:
Gerekçelendirme koşulunu, “kanıt” yerine “nedensel bağ” üzerinden
açıklamak.
- Esneklik:
İnancın hem elde edilmesi hem de sürdürülmesi için farklı
nedensel koşullar tanımlanabilir.
- Sorun
Alanı: Özellikle tümel önermeler (ör. “Bütün arabalar insanlar
tarafından üretilmiştir”) bu modele uymakta zorlanır. Çünkü bu tür
inançlar, tekil olguların doğrudan nedensel desteğine sahip değildir.
Diğer bir sorun, sebebe dayanma teorilerinin özellikle
bilgide gerekçelendirme koşuluna dair bir açıklamada önemli görünen bir şeyi
ihmal ediyor olmasıdır: bir inanca gerekçe sağlayan dayanakların bazı
bakımlardan inanan kişi için erişilebilir olmasının gerekliliği. Ana hatlarıyla
bu düşünce şöyledir: Bir kimse, sahip olduğu inancın altında yatan
gerekçelendirmeye erişebilmeli ve onun farkına varabilmelidir. Bir inancın
sebebe dayanan temelleri, genellikle çok karmaşıktır ve inanan kişinin
erişimine açık değildir. Bu nedenle sebebe dayanma teorileri, gerekçelendirmede
erişilebilirliğin gerekliliğinden kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyadır. Bu
tür sorunlar, gerekçelendirme koşuluna gerek olmadığını söyleyenlerden ziyade
özellikle gerekli olduğunu düşünen sebepçi teorisyenler üzerinde baskı meydana
getirecektir. Gerekçelendirme yaklaşımı olarak içselcilik, gerekçelendirmenin
koşullarından biri olarak erişilebilirliği gerekli görürken dışsalcılık, bu
koşulu reddeder. İçselcilik ve dışsalcılık tartışması, son epistemoloji
tartışmalarında sıkça yapılır; fakat içselciler, bu konuda henüz ortak (uniform
- tek düze) bir detaylı açıklama yapmış değiller.
Açıklama
- İçselcilik:
“Bir inancın gerekçesi varsa, özne bunu bilebilmeli ve farkında olmalı.”
- Dışsalcılık:
“Bir inanç güvenilir süreçlerle oluşmuşsa, öznenin gerekçelere erişimi
olmasa da bilgi olabilir.”
- Sorun:
Sebebe dayanma teorileri genellikle çok karmaşık nedensel zincirlere
dayanır; bu zincirler özneye erişilebilir değildir. Bu nedenle içselciler,
sebepçi yaklaşımlara güçlü bir eleştiri yöneltir.
Standart bilgi çözümlemesi, ne kadar ayrıntı içeriyor olsa
da sebebe dayalı bilgi teorilerine üstünlük sağlayacak şekilde yıkıcı bir
itirazla karşı karşıya kalmıştır: Gettier sorunu. 1963'te Edmund Gettier,
"siz P olduğu konusunda gerekçelendirilmiş doğru inanca sahipseniz o zaman
P olduğunu bilirsiniz" şeklindeki görüşe karşı çok etkili bir itiraz
ortaya koydu. Bu yaklaşıma karşı Gettier'in karşı örneklerinde biri şu
şekildedir: Smith, (ı) Jones'un Ford marka bir arabası olduğu şeklindeki yanlış
önermeye olan inancını gerekçelendirmiştir. Smith (ı)'ye dayanarak bir
çıkarımda bulunmuş ve bu şekilde (ıı) ya Jones'un bir Ford'u vardır ya da Brown
Barselona'dadır, şeklindeki inancını da gerekçelendirmiştir. Bunlar olurken
Brown Barselona'dadır ve bu nedenle (ıı), doğrudur. Bu durumda Smith, her ne
kadar doğru önerme olan (ıı)'ye inancını gerekçelendirmiş olsa da Smith, (ıı)'i
biliyor değildir.
Gettier tarzı karşı örnekler, bir kimsenin P olduğu konusunda gerekçelendirilmiş doğru inançlarının bulunduğu fakat P olduğu bilgisinin eksik olduğu durumlarda geçerlidir. Gettier sorunu, Gettier tarzı karşı örneklerin eleştirilerinden kurtulmak iste yen standart çözümleme için bir düzeltmeye gitme veya bir alternatif bulma ile ilgili bir sorundur. Gettier sorunu etrafında dönen tartışmalar, oldukça karmaşık ve hala halledilmemiştir.
Açıklama
- Gettier
tarzı karşı örnekler: Bir kişinin gerekçelendirilmiş doğru inancı
olabilir, ama yine de bilgiye sahip değildir.
- Etkisi:
Epistemolojide büyük bir kriz yaratmıştır; çünkü bilgi tanımının üçlü
formülü (JTB) artık yeterli değildir.
- Sonraki
tartışmalar: Epistemologlar bu sorunu çözmek için ek koşullar (ör.
“şans dışı olma”, “güvence”, “güvenilir süreçler”) önermiştir. Ancak hâlâ
kesin bir çözüm yoktur.
Mini Zaman Çizelgesi: Gettier Sonrası Epistemoloji
1963 → Edmund Gettier, “Is Justified True Belief Knowledge?”
1970’ler → İlk tepkiler: “ek koşul” arayışları (yanılmazlık, şans dışılık)
1980’ler → Güvenilircilik (Alvin Goldman): bilgi = doğru inanç + güvenilir süreç
1990’lar → Duyarlılık (Nozick): “Eğer P yanlış olsaydı, S P’ye inanmazdı”
2000’ler → Erdem epistemolojisi (Sosa, Zagzebski): bilgi = bilişsel erdemin ürünü
Bugün → Hibrit modeller, epistemik şans ve epistemik değer tartışmaları
Çoğu epistemolog, Gettier tarzı karşı örnekler nedeniyle
önermesel bilgide gerekçelendirme, doğruluk ve inanç koşullarına ilave olarak
dördüncü bir koşula gerek olduğu dersini (sonucunu) çıkardı. Üzerinde uzlaşılan
özel bir dördüncü koşul yoktur, fakat bazı teklifler, daha fazla dikkat çekici
olmuştur. Örneğin "çürütülebilirlik koşulu" diye bilinen
yaklaşım, gerekçelendirmeyi çürüten şeylerle ilgili özel bir ek koşulun bu
gerekçelendirmeyi doğru yapması anlamında, bilgide gerekçelendirmenin uygunluğu
için "çürütülemez" olmayı şart koşmuştur. Şöyle ki: Dördüncü
bir çürütülebilirlik/ sarsılabilirlik koşulu, Smith'in P'yi bilmesiyle ilgili
olarak buradaki Q'.nun doğru önerme olmamasını gerektirir. Böyle olunca eğer Q,
SMith'e göre gerekçelendirilmiş olursa P, artık Smith'e göre gerekçelendirilmiş
olmayacaktır. Yani eğer SMith, görsel algısına dayanarak Mary'nin kütüphaneden
kitapları aldığını bilirse o zaman Mary'nin ikiz kardeşinin kütüphaneden
kitapları aldığı şeklindeki doğru önermeye Smith'in inanmaya devam etmesi, Smith'in
kitapları Mary'nin aldığı inancı için yaptığı gerekçelendirmeyi sarsmayacaktı
(çürütmeyecekti). Farklı bir yaklaşım, bu tür ek koşullardan kaçınır ve
önermesel bilgi için mevcut gerçeklikle ilgili müşterek bütünlüğün oluşturmuş
olduğu gerekçelendirilmiş doğru inancın
yeterli olduğunu ileri sürmüştür. Bu yaklaşım, gerekçelendirmenin sarsıldığı ve
güçlendiği durumlarla ilgili detaylı bir açıklama yapılmasını gerektirir.
Gettier sorunu epistemolojik açıdan önemlidir. Epistemolojinin bir dalı, önermesel bilginin doğası ile ilgili (temel unsurlar gibi) açık bir anlayış geliştirmeye çalışır. Önermesel bilgi ile ilgili açık bir anlayışa sahip olmamız, bu tür bilgilerle ilgili Gettierci bir ispat çözümlemesine sahip olmamızı gerektirir. Bu nedenle epistemologların Gettier sorunu için savunulabilir bir çözüme ihtiyaçları vardır, fakat çözümün olabilmesi zor görünüyor.
Epistemologlar, bilginin sınırları veya kapsamı konusunda uzun tartışmalar yapmışlardır. Bilginin kapsamı ne kadar daraltılırsa biz de o kadar kuşkucu oluruz. Kuşkuculuğun iki etkili türü, bilgi kuşkuculuğu ve gerekçelendirme kuşkuculuğudur. Sınırlanmamış bilgi kuşkuculuğu, kimsenin bir şey bilemeyeceğini iddia ederken sınırlanmamış gerekçelendirme kuşkuculuğu ise hiç kimsenin hiçbir inancı gerekçelendiremeyeceği şeklinde daha uç/ aşırı bir görüş ortaya koymuştur. Kuşkuculuğun bazı türleri, diğerlerinden daha güçlüdür. Bilgi kuşkuculuğunun en güçlü türü, bir kimsenin bir şey bilmesini imkânsız kabul eder. Daha zayıf bir türü ise sahip olduğumuz bilginin güncelliğini inkâr eder ama onun mümkün olduğuna açık kapı bırakır. Çoğu kuşkucu, kuşkuculuklarını varsayılan bilgi ile ilgili belirli bir alanla sınırlı tutar: örneğin dış dünyanın bilgisi, diğer zihinlerin bilgisi, geçmiş veya geleceğe dair bilgi veya algılanmayan parçalarla ilgili bilgi. Bu tür sınırlanmış kuşkuculuk, sınırlanmamış kuşkuculuğa göre felsefe tarihinde daha yaygın olmuştur.
Kuşkuculuğu destekleyen iddiaların birçok şekli vardır. Bunların en zorlarından biri, 16. Yüzyıl'da kuşkucu Michel de Montaigne'de ifadesini bulan ölçüt sorunudur:
Şeylerin görünüşleri arasında
(doğru ve yanlış arasında) karar vermek için ayırt edici (distinguishing) bir
yöntemimiz olması gerekir; bu yöntemin geçerliliğini denetlemek için gerekçe
sağlayan bir argümana/ispata ihtiyacımız vardır; fakat bu gerekçe sağlayan
argümanın/ ispatın geçerliliğini denetlemek için de yine bu konuda bir yön teme
ihtiyacımız vardır. Ve biz burada bir kısır döngünün içinde kalırız.
Epistemoloji, Oxford, Editör. Paul K.Moser, Çeviri Editörleri: Hasan Yücel Başdemir, Nebi Mehdiyev, Adres Yayınları, 2018
Not: Tablolar metninin anlaşılırlığını desteklemek için
eklenmiştir.












Hiç yorum yok:
Yorum Gönder