Egemenlik kavramının 21. yüzyıldaki felsefi yorumlarını, demokratik rejimlerde “egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir” ilkesinin ne ölçüde geçerli olduğunu ve günümüz düşünürlerinin geliştirdiği yeni kavramsallaştırmaları birlikte ele alalım.
📌 1. Klasik Egemenlik
Anlayışından 21. Yüzyıla
- Klasik
tanım: Jean Bodin’in (1576) formülasyonu ile egemenlik, “devletin
mutlak, en üstün ve sürekli gücü ”dür.
- Modernleşme
süreci: Hobbes’ta mutlak monarşi, Rousseau’da halk egemenliği, 18.
yüzyıldan itibaren ise ulus-devletin kurucu ilkesi.
- Demokratik formül: Fransız Devrimi sonrası “egemenlik millete aittir” ilkesi, anayasalarda yerleşik hale geldi.
📌 2. 21. Yüzyılda
Egemenliğin Dönüşümü
Günümüzde egemenlik, klasik anlamıyla “tek ve bölünmez”
olmaktan uzaklaşıyor. Bunun başlıca nedenleri:
- Küreselleşme:
Ekonomik, hukuki ve siyasal kararların ulus-devlet sınırları dışında
alınması (ör. AB, DTÖ, IMF).
- Uluslararası
hukuk ve insan hakları rejimleri: Devletin mutlak yetkisini sınırlayan
bağlayıcı normlar.
- Teknoloji
ve veri egemenliği: Dijital platformların, yapay zekâ sistemlerinin ve
küresel şirketlerin karar alma süreçlerinde artan etkisi.
- Çok
katmanlı yönetişim: Yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde
eşzamanlı işleyen iktidar ağları.
📌 3. Demokratik Rejim ve
“Millet Egemenliği”
- Teorik
ilke: Anayasal demokrasilerde egemenlik, halkın iradesiyle oluşur ve
seçimler, referandumlar gibi mekanizmalarla işler.
- Pratik
sınırlamalar:
- Uluslararası
anlaşmalar ve örgütler (ör. NATO, AB) karar yetkisini paylaşır.
- Bağımsız
kurumlar (merkez bankaları, yüksek yargı) halkın doğrudan denetimi
dışında çalışır.
- Ekonomik
bağımlılıklar (küresel finans, enerji piyasaları) siyasal kararları
sınırlar.
- Sonuç:
“Kayıtsız şartsız” ifadesi, pratikte mutlak değil; egemenlik çok aktörlü
ve çok düzeyli bir yapıya dönüşmüş durumda.
Felsefi Sonuç
- yüzyılda
egemenlik:
- Mutlak
değil, müzakere edilen bir güç haline geldi.
- Ulus-devlet
merkezli olmaktan çıkıp çok katmanlı ve ağsal bir yapıya
dönüştü.
- Demokratik
rejimlerde “millet egemenliği” ilkesi hâlâ normatif bir ideal, ancak
pratikte uluslararası, ekonomik ve teknolojik bağlamlarla koşullanan
bir gerçeklik.
21. yüzyılda sınırların bulanıklaştığı, egemenlik
aktörlerinin çeşitlendiği bu “çok-merkezli” ve kaotik ortamda vatandaş
kavramını yeniden düşünen birçok siyaset felsefecisi var. Bu düşünürler, klasik
ulus-devlet çerçevesinde tanımlanan vatandaşlığın artık tek başına açıklayıcı
olmadığını, yeni aidiyet biçimleri, hak rejimleri ve sorumluluk alanlarıyla
dönüşmekte olduğunu savunuyorlar.
Ortak Bulgular
- Statüden
Pratiğe Kayış: Vatandaşlık artık yalnızca “pasaport” veya “hukuki
statü” değil; hak talebi, protesto, dijital aktivizm gibi eylemlerle
kurulan bir pratik.
- Çok
Katmanlı Aidiyet: Yerel, ulusal, bölgesel (AB gibi) ve küresel düzeyde
eşzamanlı vatandaşlık biçimleri.
- Hakların
Genişlemesi: Dijital haklar, çevre hakları, biyopolitik haklar (sağlık
verisi, genetik bilgi) gibi yeni alanlar.
- Kırılganlık
ve Belirsizlik: Göç, iklim krizi, ekonomik dalgalanmalar ve teknolojik
dönüşümler, vatandaşın güvenlik ve öngörülebilirlik talebini zorluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder