Alasdair MacIntyre (1929-), çağdaş ahlak ve siyaset felsefesinin en önemli ve tartışmalı isimlerinden biridir. Kendisi, modern ahlak felsefesine getirdiği radikal eleştiriler ve Aristotelesçi erdem etiğini yeniden canlandırmasıyla tanınır.
Düşüncesinin Temel Temaları
- Erdem
Etiği (Virtue Ethics): MacIntyre'ın en merkezi katkısı, 20. yüzyılda
unutulmuş olan erdem etiğini yeniden canlandırmasıdır. O, ahlak
felsefesinin kural odaklı (Kantçı) veya sonuç odaklı (Faydacı)
yaklaşımlarını yetersiz bularak, ahlaki bir yaşamın temelinde ahlaki
karakterin ve erdemlerin olması gerektiğini savunur.
- Modern
Felsefenin Eleştirisi: MacIntyre, modernliğin ahlakın nihai bir amacı
(telos) olduğu fikrini terk ettiğini savunur. Bu nedenle, modern ahlaki
tartışmalar, rasyonel olarak çözülemeyen, sadece kişisel tercihlerden
ibaret olan "duyguculuğa" (emotivism) indirgenmiştir.
- Gelenek
ve Topluluk: MacIntyre'a göre erdemler, soyut evrensel ilkeler
değildir. Onlar ancak belirli bir tarihsel ve sosyal gelenek
içinde, ortak bir amaca sahip bir topluluk içinde anlam kazanır.
Erdemli bir yaşam, bu gelenek içinde bir "anlatı" oluşturma
sürecidir.
Önemli Yapıtları
- After
Virtue (Erdem Peşinde, 1981): Çağdaş bir klasik olarak
kabul edilen bu eserde, modern ahlak felsefesinin başarısızlığını
eleştirir ve Aristotelesçi erdem etiğine dönüş çağrısı yapar.
- Whose
Justice? Which Rationality? (Kim Hangi Adalet? Hangi
Rasyonellik?, 1988): Bu kitabında, rasyonelliğin ve adaletin de
belirli bir gelenek içinde anlam kazandığını savunur ve farklı gelenekler
arasındaki çatışmaları inceler.
Bağlamı ve İlişkileri
- Liberalizmin
Eleştirisi: MacIntyre, John Rawls'ın adalet teorisi gibi
liberal yaklaşımların, evrensel ve tarihsiz bir adalet teorisi kurma
çabasını eleştirir. Ona göre, bir adalet teorisi ancak belirli bir gelenek
ve topluluk bağlamında anlamlı olabilir.
- Komüniteryenizm:
Charles Taylor gibi diğer düşünürlerle birlikte komüniteryen
akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Bireyciliğe karşı, toplumun
ve geleneğin ahlaki yaşamdaki merkezi rolünü savunur.
- Aristoteles
ve Thomas Aquinas: MacIntyre, modernliğin krizine bir çözüm olarak,
ahlaki yaşamı nihai bir amaçla (telos) ilişkilendiren Aristoteles
ve Thomas Aquinas'ın felsefi mirasına döner.
O, erdemlerin modern dünyada neden anlamsızlaştığını
açıklamak için, hayatı bir "anlatı" olarak görmemizi önerir.
Bu temellendirmeyi üç aşamada ele alır:
1. Uygulama Alanları (Practices)
MacIntyre'a göre erdemler, ilk olarak "uygulama
alanları" içinde anlam kazanır. Bir uygulama alanı, içsel mükemmellik
standartlarına sahip, karmaşık ve işbirliğine dayalı bir insan faaliyetidir.
Örnek olarak satranç oynamak, bir tarlayı ekmek, cerrahi yapmak veya bilimsel
araştırma yürütmek verilebilir. Bir uygulama alanına katıldığınızda, onun kendi
içindeki "iyilikleri" (internal goods) elde etmek için çabalarsınız.
Örneğin, cerrahi uygulamasının içsel iyiliği, hastanın hayatını kurtarmaktır.
2. Erdemlerin Amacı
Erdemler, bu uygulama alanlarının içsel iyiliklerini elde
etmek için gerekli olan karakter özellikleridir. Bir hekimin dürüst olması, bir
çiftçinin azimli olması veya bir bilim insanının sabırlı olması birer erdemdir.
Bu erdemler, uygulamanın kendisinin gelişmesi için olmazsa olmazdır.
3. Hayatın Birliği Olarak Anlatı
MacIntyre, bir insan hayatının bir dizi kopuk uygulamadan
ibaret olmadığını savunur. Hayatımızın bir anlamı olması için, tüm bu
uygulamaları ve rolleri (anne olmak, öğretmen olmak, aktivist olmak) bir araya
getiren tek ve birleşik bir hikâye (anlatı) olarak görmemiz gerekir.
Hayatımız, kendimizin baş kahramanı olduğu bir anlatıdır. Bu
anlatıyı nasıl yaşadığımız ve hangi erdemleri sergilediğimiz, hayatımızın bir
bütün olarak başarılı veya başarısız olup olmadığını belirler. Hayatımızı,
içinde yaşadığımız geleneğin (ortak hikâyelerimiz ve değerlerimiz)
sunduğu ahlaki çerçeve içinde anlatısal bir birlik haline getirme süreci,
erdemli bir yaşam sürmektir.
Kısacası, MacIntyre'a göre, bir hayatı anlamak için onu bir
hikâye gibi okumalıyız. Erdemler, bu hikâyeyi iyi bir şekilde yaşamak ve
anlatmak için gerekli olan karakter özellikleridir.
MacIntyre, Immanuel Kant'ın ahlak felsefesi veya John
Rawls'ın adalet teorisi gibi modern felsefe projelerinin, ahlaki ilkeleri
bir geleneğin veya topluluğun bağlamından koparmaya çalıştığını savunur. Ona
göre bu çaba başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
- Evrensellik
İddiası Boş Bir İddia: MacIntyre, modern düşüncenin
"evrensel" olarak sunduğu ilkelerin aslında sadece belirli bir
geleneğin (yani Batı liberalizminin) önyargılı ifadeleri olduğunu ileri
sürer. Modern felsefe, kendi ahlaki "hikâyesini", evrensel bir
hakikat gibi sunar, ancak bunu yaparken bu ilkelerin nereden geldiğini
gizler.
- Akılcı
Tartışmanın Olanaksızlığı: Farklı gelenekler, farklı adalet, erdem ve
rasyonellik kavramlarına sahiptir. MacIntyre'a göre, farklı geleneklerden
gelen insanlar, ahlaki konular üzerinde rasyonel bir tartışma yürütemezler
çünkü tartışmalarını dayandıracakları ortak bir zemin yoktur. Örneğin,
Aristotelesçi erdem etiğini savunan biriyle, faydacı etiği savunan birinin
adalet üzerine yapacağı bir tartışma, ortak bir dil bulmakta
zorlanacaktır.
Bu nedenle, MacIntyre için önemli olan, bir geleneğin
diğerine üstün olduğunu ispatlamak değil, her geleneğin kendi içinde tutarlı
bir anlatı oluşturması ve o anlatı içindeki erdemleri yaşatmasıdır.
Bu durum, liberal düşünürlerin, Jürgen Habermas gibi
isimlerin, rasyonel diyalog yoluyla evrensel ilkelere ulaşmanın mümkün olduğunu
savunan yaklaşımlarıyla keskin bir tezat oluşturur.
MacIntyre, modern toplumun sahip olduğu kültürel ve ahlaki
çoğulculuğu bir başarı olarak görmez. Tam tersine, bu durumu ahlaki
parçalanmanın ve moral anarşinin bir belirtisi olarak kabul eder.
MacIntyre'a Göre Çoğulculuk Bir Problemdir
MacIntyre'ın çoğulculuğa yaklaşımı, liberal felsefeden
kökten farklıdır:
- Liberal
Çoğulculuk: Liberal düşünce, farklı ahlaki görüşlerin ve yaşam
biçimlerinin barış içinde bir arada var olmasını olumlu bir durum olarak
görür. John Rawls gibi düşünürler, ahlaki görüş ayrılıklarına
rağmen, ortak bir adalet anlayışına ulaşmanın mümkün olduğunu savunur.
- MacIntyre'ın
Eleştirisi: MacIntyre ise bu yaklaşımın gerçekçi olmadığını savunur.
Ona göre, farklı ahlaki gelenekler (örneğin, Hristiyanlık,
Aristotelesçilik, Kantçılık), birbiriyle bağdaşmayan, temel kavramlara
(adalet, erdem, iyi yaşam) sahip oldukları için rasyonel olarak
tartışamazlar. MacIntyre'ın bahsettiği "duyguculuk"
(emotivism) tam da bu noktada ortaya çıkar: Herkes kendi ahlaki görüşünü
birer "tercih" olarak ifade eder, ancak bu tercihler arasında
rasyonel bir seçim yapma olanağı yoktur.
MacIntyre için, modern toplumun "çoğulculuğu" aslında, ortak bir ahlaki dilin kaybolduğu ve her grubun kendi iç hikâyesine hapsolduğu bir durumdur.
MacIntyre'ın çözümü, liberal çoğulculuğu kabul etmek yerine,
geleneklerin kendi içinde rasyonel bir sorgulama süreci yürütmesidir. O,
farklı geleneklerin kendi iç tutarsızlıklarını ve sorunlarını çözme yetenekleri
üzerinden rekabet etmeleri gerektiğini savunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder