Bu
metnin, burada yer vermeyeceğim bazı ara başlıkları şöyle:
-Nietzsche’nin
Fransa’da alımlanması.
-Nietzsche’nin
Almanya’da alımlanması.
20.yy.Felsefe
Tartışmalarında Nietzsche başlığında yer alan son 3 sayfaya yer vereceğim.
Amacım, günümüzde düşünürleri anlama çabasının hangi boyutlarda gerçekleştirildiğini
örneklemektir.
“İkinci
Dünya Savaşı sonrasında Nietzsche’ye olan ilginin büyük ölçüde Heidegger’in
Nietzsche’sinden kaynaklanan meydan okuyuşla doğrudan ya da dolaylı
hesaplaşmalardan oluştuğunu söyleyebiliriz. Savaş sırasında ve savaştan hemen
sonra, dünya Nietzsche konusunda bir suskunluğa bürünmüştü. Hiç kuşkusuz,
Nietzsche konusunda tartışmayı yeniden başlatan, 1950’de Nietzsche: Filozof; Psikolog ve Hıristiyanlık
Karşıtı adlı kitabıyla Walter Kaufmann olmuştur. Kaufmann’ın amacı,
Heidegger gibi belirli bir yazarla tartışmaya girmek değildi. Dünyaya
Nietzsche’nin “çok önemli tarihsel bir olay” olduğunu ve onun fikirlerinin
“yalnızca bir ulus ya da toplumun üyelerini değil, yalnızca filozofları değil,
her yerdeki insanları ilgilendirdiğini” göstermek istiyordu. İktidar istenci
konusunda Kaufmann’ın savı şuydu:
“İktidar
istenci Nietzsche düşüncesinin çekirdeğini oluşturur, ama yüceltme [sublimation]
konusundaki görüşünden ayrı tutulamaz.” Kaufmann iktidar istencini siyaset dışı bir ilke olarak, kişisel, varoluşsal
kendini yenme ve kendini aşma ilkesi olarak sunmuştu. Bu, 1950’li, 60’lı ve
70’li yıllarda en etkili Nietzsche imgesi haline geldi. Gene de, Kaufmann’ın
Kuzey Amerika’da Nietzsche araştırmaları üzerindeki etkisini eksiksiz olarak
sergilemek için, onun giriş yazıları ve notlarla yayımlanan Nietzsche
çevirilerini göz önünde bulundurmak gerekir.
İktidar
istencinin Nietzsche’nin yazılarının özünü oluşturduğu görüşüne karşı en etkili
çürütme savaş sonrası Almanya’sından gelmiştir, ama başlangıçta bu hareket
Heidegger’le bağlantılı değildi ve daha çok basım sorunlarıyla ilgiliydi.
1930’lu yıllarda bile, başta Nietzsche Arşivi’ndeki yayımcılar arasında İktidar
İstenci’nin sahihliği konusunda ciddi kuşkular doğmuştu.
Yayımcılar
özgün metinleri tam olarak ve kronolojik sırayla yeniden kurmaya kalkışmışlar,
ama basım planları hiçbir zaman gerçekleşmemişti. İçlerinden biri —Karl
Schlechta— İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İktidar İstenci’nin sahih olmadığı ve
kurgusal bir metin olduğu üzerine kapsamlı yazılar yazmıştı, ama o sıralar Doğu
Almanya sınırları içindeki Weimar’da bulunan özgün elyazmalarına ulaşma imkanı
yoktu.
1960’lı
yılların başlarında iki İtalyan bilim adamına —Giorgio Colli’yle Mazzino
Montinari— Nietzsche’nin elyazmalarına ulaşma olanağı tanınmış; onlar da
Weimar’daki Nietzsche Arşivi’nde bulunan elyazmalarını temel alarak 25 cilt halinde Bütün Yapıtların
Eleştirel Basımı’nı ve 16 cilt halinde
Bütün Mektuplar’ı yayımlamışlardır. Colli’nin ölümünden sonra, bu basımlar yalnızca
Montinari tarafından sürdürülmüştür. Montinari’nin ana başarısı, Nietzsche’nin
yayımlanmamış fragmanlarının hepsinin eksiksiz basımını yapmış olmasıydı;
İktidar İstenci’nin derlendiği bölümler Montinari basımının son üç cildinde yer
alır. Gösterişsiz Yayımlanmamış Fragmanlar: 1885- 1889 başlıklı bu ciltler
Nisan 1885’ten Ocak 1889’a kronolojik bir sıra izler. Yeni basım karşı
koyulması olanaksız açıklıkla İktidar İstenci’nin bir edebiyat ya da felsefe
projesi olarak belirginlikten uzak ve deneme niteliğindeki yapısını ortaya
koymaktadır. Nietzsche’nin umarsız bir çabayla son başyapıtını bitirmeye
çalışırken zihinsel çöküş içine girdiği fikri bir mittir. Montinari,
Nietzsche’nin kendisinin yayımladığı kitapların son sıralamasını ele aldıktan
sonra kısaca ekler: “Kalanı Nachlass’tır (yayımlanmamış metinler).”
Bu
yeni metinsel durum, eleştirel basımlarla beliren “yeni Nietzsche”yi ele almaya
çalışan iki Nietzsche yorumcusu grubu ortaya çıkarmıştır. İlki,
Nietzsche-Studien çevresindeki bir grup Alman bilim adamıdır; Nietzsche
Studien, yeni Nietzsche basımını yayımlayan Walter de Gruyter (Berlin) yayınevinin
yayımladığı uluslararası yıllık bir dergidir. Bu grubun faaliyetleri, Friedrich
Nietzsche ve On Dokuzuncu Yüzyıl (1978), Yirminci Yüzyılda Friedrich Nietzsche
(1981/2), Nietzsche Araştırmalarında Temel Sorunlar (1984) gibi zaman zaman
düzenlenen sempozyumlarla ya da Mazzino Montinari’yi Anma Kitabı (1989) gibi
çeşitli ortak çalışmalarla kendini gösterir. Nietzsche-Studien ciltlerine bir
dizi Nietzsche Studien Monografileri eşlik eder.
Genel
olarak, Almanya’daki bu yeni Nietzsche yorumu hareketinin büyük ölçüde
Montinari’nin eleştirel Nietzsche basımları yoluyla yarattığı yeni metinsel
duruma yönelik olduğu söylenebilir. Benzeri biçimde, “La biblioteca e le
letture di Nietzsche” (Nietzsche Kitaplığı ve Okumaları) adlı İtalyan projesi,
bu yeni basımlardan çıkan yeni Nietzsche’yi değerlendirmeye çalışmakta, ama bu
projeyi daha önce Montinari’nin de yapmaya çalıştığı gibi Nietzsche metninin
çokkatlı kaynaklarını belirleme girişimiyle birleştirmektedir.
Bununla
birlikte, “yeni Nietzsche” nitelemesi en net ifadesini Nietzsche üzerine Fransa
kaynaklı çok çeşitli yazılarda bulur. Gerçekten de, “yeni Nietzsche” kavramının
yerine sık sık “Fransızların Nietzsche’si” ya da “Fransa Nietzsche’si” gibi
adlar geçirilir. Heidegger’in Nietzsche’sinin Fransızca çevirisi erken bir
tarihten beri mevcuttu; Nietzsche üzerine yapılan ve Nietzsche’nin yazılarının
eğretilemeli niteliği, üslubu, ironisi ve maskeleri üzerinde duran
çalışmalardan birçoğu, Heidegger’in yorumunun bir çürütülmesi olarak
görülebilir.
Sözgelimi, Maurice Blanchot özellikle hiyerarşik, diyalektik ya da Hegelci tarzda düzenlememiz halinde Nietzsche’nin çelişkilerini elbette tutarlı bir biçimde düzenleyebileceğimizi öne sürmüştür. Ama Nietzsche’nin bir süreklilik göstermeyen yazılarının artalanı olarak böyle kesintisiz bir söylemi var saysak bile, Nietzsche’nin bundan hoşnut olmadığını görürüz. Onun söylemi her zaman kendisinden bir adım öndedir. O felsefesini tamamıyla farklı bir dille sergiler ve dile getirir: Artık bütünden emin olmayan, fragmanlardan, çelişkili noktalardan, bölünmeden oluşan bir dildir bu. Blanchot, kendisinin belirttiğine göre, fragmanter yazı konusunda aldığı notları Michel Foucault, Gilles Deleuze, Eugene Fink, Jean Granier ve Jacques Derrida gibi yazarların Nietzsche üzerine yazmış oldukları kitapların kenarlarına eklemiştir. Bu ad ara Sarah Kofman, Bernard Pautrat, Philippe Lacoue-Labarthe’ı da ekleyebiliriz, ama Nietzsche alımlamasının bu aşamasını açıklığa kavuşturmak için biz Foucault ve Derrida üzerinde duracağız.
Hiç
kuşkusuz, Foucault’nun söylem çözümlemelerinde Nietzsche merkezi bir figürdü;
Nietzsche metne öylesine belirleyici tarzda egemendir ki, varlığı iktidar gibi
belirli konularla sınırlandırılamaz. Daha çok, Foucault’nun bütün metni
Nietzsche’yi bizim zamanımızda yeniden yazma, Nietzsche’yi yirminci yüzyılın
sonuna doğru gerçekleştirme olarak görülebilir. Foucault’nun Nietzsche’yle
derin ilişkisini göstermek için iki örnek yeterli olacaktır. Foucault, 1964
yılında bir felsefe konferansında sunduğu “Nietzsche, Freud ve Marx” başlıklı bir
yazısında, Yunan gramercilerinden günümüze kadar bütün yorumlama tekniklerini
içeren varsayımsal evrensel bir ansiklopedi tasarısının taslağını çizer.
Nietzsche, Freud ve Marx bu yapıtta belirli bir bölümü oluşturacak ve
göstergenin tarihinde belirleyici bir kopmayı göstereceklerdir. Onlar bizi
“rahatsız” bir yorumbilgisel duruma iterler; yorumlama tekniklerinin şoke edici
etkileri vardır. Ne göstergelerin sayısını artırmış, ne yeni anlamlar
yaratmışlardır; daha çok, göstergeler arasındaki ilişkileri değiştirmişler,
onları daha karmaşık tarzlar da düzenlemişler, aralarına aynalar koymuşlar,
böylece onlara yeni boyutlar kazandırmışlardır.
Bu
yeni durumda, yorum sonsuz bir uğraş haline gelir. Ne kadar yol alırsak,
yorumun yorum olarak yalnızca reddedilmekle kalmayıp yorum olarak yok olduğu
tehlikeli bir bölgeye de o kadar yaklaşırız. Foucault şöyle yazar: “Artık
yorumun ardında temel herhangi bir şey yoktur; yoruma açık her gösterge artık
bir nesnenin göstergesi değil, kendisi bir başka göstergenin yorumudur”.
Foucault, Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü Üzerine’sine ve bu yapıttaki “iyi ile
kötü” ya da “hayır ile şer”in etimolojisine dikkati çeker — bunlar yorumdan
başka bir şey olmayan sözcüklerdir ve yalnızca yorumlar aracılığıyla birer
gösterge haline gelirler. Foucault şunu önerir:
“Belki
de yorumun gösterge üzerindeki bu öncüllüğü modern yorumbilgisinin belirleyici
özelliğidir”.
Nietzsche’nin
gösterge kuramına bir başka yaklaşımı Foucault’nun ünlü yazısı “Nietzsche,
Soykütük, Tarih”de (1971) görürüz. Tarih olayları son nokta
perspektifinden, ereksel olarak ve öncelenmiş bir anlamla değerlendirirken,
soykütük olayların olumsallığı, tarihin kesitleri, önceden algılanmış sonluluk
dışında ayrıntılar ve talih oyunları üzerinde yoğunlaşır. Soy- kütük, ahlak,
çilekeşlik, adalet ve cezanın kökeni anlamında “belirme”, “köken”, “iniş” ve
“doğum”u ele alır.
Foucault’ya
göre, Nietzsche’nin bu tür soykütüksel çözümlemeleri, özellikle Ahlakın
Soykütüğü Üzerine’deki çözümlemeleri nesnelerin dışsal görünümünden tamamıyla
farklı bir şeyi açığa vurur. Bu tür çözümlemeler, nesnelerin ardında gizli,
zamandışı bir özleri olmadığını kanıtlar; nesnelerin gizi belki de özleri
olmamasıdır ya da özlerinin parça parça, onlara yabancı biçimlerden
oluşturulmuş olmasıdır. Köken çözümlemeleri “var olmayı sürdüren ve bizim için
değerli olan şeyleri- doğuran kazaları, en küçük sapmaları —ya da bunun
tersine, bütünsel tersine çevirmeleri—, hataları, yanlış değerlendirmeleri,
hatalı hesapları belirlememizi” sağlar. Ne var ki, bu metinde Foucault’nun
yalnızca Nietzsche’nin sıradışı tarih kavrayışını ana çizgileriyle vermekle
kalmayıp, aynı zamanda kendi araştırma programını betimlediği de açıkça
ortadadır.
“Yeni
Nietzsche” imgesi belki de en çeşitlilik içeren ve en tutkulu anlatımını
Jacques Derrida’nın yazılarında bulmuştur. Nietzsche, Derrida’nın hemen her
yazısında ve her zaman en önemli noktalarda yer alır. Derrida’nın irdelediği
biçimiyle Nietzsche yeni tür bir iletişim sunar: değişmez öğretiler ya da nihai
anlamlar oluşturma ayartısına direnen, ama kendi terimlerini sürekli olarak
çözmekte ısrar eden bir iletişim. Derrida, Nietzsche’nin sonsuz yoruma
yönelişini ya da oyun olarak dünya kesinlemesini öne çıkarır ve bu tür bir
düşüncenin kendini gösterdiği üslubun nasıl çoğul olması gerektiğini gösterir.
Gene
de Derrida bu tutumlar konusundaki ısrarında zorunlu olarak Heidegger’in modern
metafiziğin en yoğun kavramının —“iktidar istenci”nin— düşünürü şeklindeki
Nietzsche yorumuna karşı çıkar. Derrida, Heidegger’in Nietzsche yorumunu
hakikate yönelik, birleştirici ve sistemleştirici yorumbilgisinin uç örneklerinden
biri olarak değerlendirir; bu yorumbilgisi, kendisinin metafiziğe olan bağlılığı
nedeniyle, Nietzsche’nin metninin çoğul inceliklerini son derece indirgeyici
bir tarzda yanlış yorumlar. Gerçekten de, Derrida, yazılarından her birinde
Heidegger’i ele alır ve bu yüzleşme her zaman, doğrudan ya da dolaylı olarak,
Nietzsche’yle bağlantılıdır. Bu hesaplaşmaların en önemli yönünü, Nietzsche
yorumu ve Nietzsche felsefesi üzerine bir yarış gösterisi oluşturmaz, felsefe
ve yazının sınırlarını sürekli olarak zorlama çabası oluşturur. Sanki çağdaş
bir yazar gibi tartışmanın içine çekilen Nietzsche ivedilikle kendimize mal
ettiğimiz bir eleştirel düşünce biçimini haber verir: düşüncenin eleştirisi,
felsefenin özeleştirisi.
Derrida
aynı zamanda Nietzsche’yi postmodernitenin eşiğine getirir, ama bu ilişkiyi
irdelemek bir başka yazının konusudur. Üç kitap başlığı, Nietzsche’nin günümüz
dünyasındaki alımlanmasının aldığı yönü göstermeye yetecektir: Richard Rorty,
Contingency, Irony, and Solidarity (Cambridge University Press, 1989);
Alexander Nehamas, Nietzsche, Life as Literature (Harvard University Press,
1985); Bernd Magnus, Stanley Stewart ve Jean-Pierre Mileur, Nietzsche Case.
Philosophy as/and Literature (New York: Routledge, 1993). Bu çalışmalar için
ortak bir tanım bulmak zor. Ne var ki, hepsinde ortak olan bir nokta,
Nietzsche’nin yazılarında felsefe ile edebiyat arasındaki geleneksel tür
ayrımının aşılmasıdır. Nietzsche’nin metni eski “Felsefe mi, edebiyat mı?”
sorusunun artık önemini yitirdiğini gösterir.
İngilizceden
çeviren: Kemal Atakay
Ernst Behler, Cogito, Dergisi,
Nietzsche: Kayıp Bir Kıta
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder