Bilim Felsefesi

En genel anlamda, bir bütün olarak bilimin yapısını, doğasını, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini araştıran; bir yandan bilimin nasıl çalıştığını betimlerken, öbür yandan nasıl çalışması gerektiğine dair felsefece gerekçelendirilmiş öneriler getiren;
Tek tek bilim dallarının kendilerine özgü sınırlarını araştıran, birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini belirginleştiren; bilimsel araştırmaların yanıt bulmaya çalıştığı soruları ve bu soruları yanıtlarken izlediği yöntemlerin geçerliliklerini sınayan;
Bilimsel araştırmanın gerisinde yatan ussallık mantığını eleştirel bir gözle inceleyen; bilimin kullandığı kavramları, baştan varsaydığı sayıltıları çözümleyerek bunların felsefi öndayanaklarını açıklığa kavuşturan;
Bilimsel bilginin ölçütlerini, başka bilgilerden ayrılan özelliklerini ortaya koyan; bilimsel ile bilimsel olmayan arasına sınır çekerek, gerçek bilim ile sözde-bilim ya da yalancı bilim arasındaki ayrımları açığa çıkaran;
Bilimde değişimin, yeniliğin ya da ilerlemenin nasıl ve hangi koşullar alanda gerçekleştiğini çözümleyen; bilimsel kuramlar ile varsayımların doğruluklarının nasıl sınanacağını belirleyen; bilimsel etkinliğin doğasını ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde kavramaya çalışan; özellikle XX. yüzyılin ikinci yarısında üst düzey bir canlılık kazanmış felsefe dalı.


Felsefe tarihine bakıldığında, aralarında bugünkü anlamda bir kopukluğun söz konusu olmadığı "bilim" ile "felsefe" arasındaki yakın ilişki bağlamında, yaptıkları katkılarla AristotelesDescartes ve Leibniz adları öne çıkmaktadır.

Çoğu bilim fesefecisi, XVII. yüzyıl bilimsel devriminin mimarı FrancisBacon 'ı bugünkü anlamda ilk bilim felsefecisi konumuna yerleştirir. Kimi bilim felsefesi tarihçileri, ayrı bir araştırma alanı olarak bilim felsefesinin felsefeden XIX. yüzyılda A. Comte, W. Whewell ve J. S. Mill 'in çalışmalarıyla kopmaya başladığı saptamasında bulunurlar.

XIX. yüzyılda özellikte biyoloji ile fizik bilimlerinde yaşanan "uzmanlaşma'yı da bu saptamalarının temel kanıyı olarak gösterirler. Ne var ki bugün bilim felsefesinin çözüm aradığı sorunların pek çoğu çok daha önceleri ortaya konmuştur.

Örneğin XVII. yüzyılın deneyci ve usçu düşünürleri bilimin yöntembilgisi üzerine günümüzde süren tartışmanın ilk temellerini atmışlar; "gerçekçi" ve "karşı-gerçekçi" konumlar alarak yerçekimi yasasının gerçekliğine ilişkin önemli tartışmalar yürütmüşler; "tümevarım sorunu"na ilişkin düşünsel yeterliği tartışılmaz çözümlemeler getirmişlerdir.

Bugün kullandığımız anlamıyla bilim felsefesinin ne zaman başladığı sorusunun yanıt adresi olarak ise genellikle İskoç asıllı İngiliz felsefecisi David Hume 'un "nedensellik eleştirisi" gösterilir. Hume, nedensellik ilişkisinin sanıldığı gibi us yoluyla temellendirilebilir zorunlu bir ilişki olmadığını tanıtlamayı amaçlayan kapsamlı eleştirisinde, "nedensellik" diye adlandırdığımız ilişkinin temelde aynı olayların hep birarada meydana geldiğinin gözlenmesi sonucunda edinilmiş ruhbilimsel temeli bulunan öznel bir alışkanlıktan öte bir şey olmadığı sonucuna varır. (...)

Buna karşın bilim felsefesinin geçmişine bakıldığında, yetkin bir felsefe dalı olarak oldukça yakın tarihli bir felsefe araştırma alanı olduğu görülür. özellikle Viyana Çevresi düşünürlerince kurulan "mantıkçı olgucu" öğretinin yükselişiyle birlikte, ayrı bir felsefe dalı olarak özerkliği felsefenin geniş kesimlerince tanınmıştır. Bundan daha da önemlisi, doğa bilimleri ile onların araştırma mantığına olabildiğince yakın durmayı felsefenin birincil ödev sayan belli felsefe çevrelerinde, günümüz felsefesinin en verimli dalı, hatta kimileyin tek verimli dalı olduğu savunmaktadır. 


Bilim felsefesi çözümleyici felsefe geleneğinde çoğunluk deneysel biçimler ya da doğa bilimleri üstüne yoğunlaşmayı kendisine ödev edinmiş bir felsefe dalı gibi ele alınıyor olsa da XX. yüzyıldan bu yana özellikle Alman düşünürlerin kıta felsefesi yönelimli çerçevelerinde kuramsal bilimler, tinsel bilimler ya da toplum bilimleri diye nitelenen bilim dalları da bilim felsefesi araştırmalarının odağında yer almaktadır. Bu bağlamda bilim felsefesinden tam olarak ne anlaşılması gerektiği bütünüyle bilimden ne anlaşıldığına bağlıdır. Sözgelimi salt deneysel bilimleri bilim diye gören bir ' felsefeciyle, tarihle bir biçimde ilgisi bulunan kazıbilim, insanbilim, dilbilim gibi alanları da bilim olarak gören bir felsefecinin bilim felsefesi tasarımları birbirinden oldukça başka olacaktır. 

Bilim felsefesinde yanıt aranan sorulan en genel anlamda üç ayrı başlık altında toplamak olanaklıdır: (i) genelde bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlar; (ii) ayrı bilim dalları arasındaki ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar; (iii) tek tek bilim dallarının karşılaştığı kavramsal sorunlar.

Felsefe tarihinde, Francis Bacon dışında tutulmak koşuluyla, bilim Felsefesinin konu edindiği sorunlardan genelde doğrudan bilimi ilgilendirenler, aralarında tam bir örtüşme olmamakla birlikte, öteden beri hemen hep "bilgikuramının kapsamı içinde düşünülmüş, soruşturulmuş ve çözülmeye çalışılmıştır. Günümüzde ise bilgikuramının konu edindiği sorunlar çoğunlukla bilim felsefesinin yöntembilgisi diye adlandırılan ayrı bir kolu altında ele alınmaktadır.

Bilim felsefesinin omurgasını oluşturan bu ana kolda, bilimsel çalışmaların dünyaya ilişkin doğru bilgileri elde ederken kullandıkları yöntemler ile bu yöntemlerin temelinde yatan ana ilkeler üstüne yoğunlaşılmaktadır. Bir başka deyişle söylenecek olursa, bilimsel bilginin ussal dayanaklarını soruşturmak amacıyla ortaya atılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda yanıt aranan temel sorulardan birkaçı şunlardır.

  • "Bilimsel yöntem bilgiye ulaşmanın olanaklı tek yolu mudur?",
  • "Bilimde bilimsel geçerlilikleri tanınmış kuramların olmazsa olmaz özellikleri nelerdir?"
  • "Kanıt ile varsayım arasındaki ilişkinin doğası nasıl kavranmalıdır?",
  • "Gözlem verilerine dayanarak bilimsel savların `sınanabilirlikleri hangi ölçütler uyarınca belirlenmelidir?".



Açıkça görüleceği üzere, bilimlerin yöntemlerine yönelen bir araştırma dalı olarak bilim felsefesi daha çok geleneksel mantık ile bilgikuramına karşılık gelmektedir. Bilim felsefesinin yöntembilgisi konularına eğilen bölümünde daha çok "tümevarım", "tümdengelim ', "varsayım ', "doğrulama", "sınama', "deney", "ölçüm", "bölümleme" gibi terimlerin tanımlarının yapılıp açıklığa kavuşturulmalarıyla uğraşılır. 

Bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan "bilgikuramı" ya da "yöntembilgisi"nin dışında kalanlar ise daha çok geleneksel felsefenin metafizik alanına gelmektedir. Bu bağlamda yanıt aranan sorular arasındaysa bilimsel yasaların doğası, gözlemlenemeyen şeylere göndermeler yapan bilimsel kuramların bilişsel içerikleri ve bilimsel açıklamaların yapısına yönelik sorular en önemlileri olarak öne çıkmaktadır. Bilim felsefesinin bu bölümünde bu sorulara dayalı olarak ayrıca bir yandan bilimsel kuramlarda yer alan temel kavramlar, önkabuller, sayıtılar incelenirken, öbür yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel ve pragmatik dayanaklar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır. 

Bilim Felsefesinin bu boyutu, bilim adamının baştan sorgulamaksızın doğruluğunu varsayarak kullandığı "neden'', "nicelik", "zaman", "uzam", "bilimsel yasa" gibi en temel kavramları sorgulayarak, bilimin felsefi bakımdan eleştirisini vermeye çalışmaktadır. Burada bilimsel etkinliğin konumunu temellerinden sarsacak "dış dünyanın varlığı', "doğada bulunduğu öngörülen düzen düşüncesi", "mutlak uzam ile mutlak zaman düşüncesinin olanaklılığı" gibi konuların kuşkuculuğu elden bırakmaksızın incelendiği de olur. Bilim Felsefesinin bu alanı daha çok ulaşılan bilimsel sonuçların anlamlan ile içeriklerinin açık kılınmasına yönelik olduğundan dil felsefesi ile metafiziğe yakındır.

Bilim felsefesinin dil felsefesi ve metafizik ağırlıklı sorunlarından en önemlileri şunlardır: 

  • "Bilimsel kuramlar gerçekliğin olduğu gibi yansıtılması mıdır, yoksa şeylerin olduğu gibi betimlenmesi mi?", 
  • "Elektron, atom, yörünge, bilinçaltı gibi birtakım kuramsal terimlerin somut bir varlıkları var mıdır, varsa bunları nasıl açıklamak gerekir?", 
  • "Bilimde kuramlar yalnızca deneye bağlı verilere dayalı olarak öndeyileme yapmaya yarayan birer araç mıdırlar, yoksa görüngüler arasındaki ilişkilerin        özünü açıklayan ussallığı tartışılmaz kesinlikler mi?".

Bilimsel etkinliğin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan bilgikuramı ile metafızik alanları dışında kalanları çoğunluk etik sorunlar   başlığı altında incelenmektedir. Bunlardan büyükçe bir bölümü felsefe tarihinde öteden beri genel anlamda bilme etkinliğine yöneltilen "başsız sonsuz" (perennia) felsefe sorunlarından oluşmaktadır: 
  • `Bilimde bilim adamından beklenen ödev ve sorumluluklar nelerdir?",
  • "Belli alanlarda bilimsel araştırma yapmak etik açıdan doğru mudur?",
  • "Bilimsel bilginin geleneksel bilgi anlayışımız karşısındaki sorunlu yanlar nelerdir?". 

Buna karşın, özellikle tek tek bilimlerde yapılan birtakım yeni buluşların toplumsal bakımdan ağır sonuçlarının olduğunun düşünülmesi nedeniyle, söz konusu buluşların etik bakımdan geçerliliklerini sorgulamak amacıyla geçmişte karşılaşılmayan birtakım yeni etik sorular da dile getirilmiştir:
  •  "Bilimin toplumla, özel sektörle, devletle ilişkileri nasıldır, nasıl olmalıdır?",
  • "İnsanın gen haritasını çıkartmak etik bakımdan doğru mudur?",
  • "İnsanın ırksal, kültürel, toplumsal koşullarını ya da `koşullanmışlığını' hiçe        sayarak birtakım zekâ testleri yoluyla düşünsel yetilerini ölçmek ne ölçüde kabul edilebilirdir?",
  • "Bilimin doğanın işleyiş düzenine verdiği zararların önü nasıl alınabilir?".

Nükleer silah yapımına olanak tanıyan fiziğin belli altalanları, insan sağliğına ve doğaya onarılmaz hasarlar veren maddeler üreten kimya endüstrisi, insanın doğal yapısını bozmaya yönelik etkinliklere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu alanda yapılan etik tartışmaların en çok yoğunlaştığı bilim dallarıdır.

Daha önce belirtildiği üzere, bilim felsefesinin çözüm aradığı ikinci sorun kümesini ayrı bilim dallan arasındaki ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar oluşturur. Söz konusu sorunlardan önemlice bir bölümü "bilimin birliği" düşüncesi üstüne kurulmuş sorunlardır
  •  "Toplum bilimleri ya da tin bilimlerinin özce doğa bilimlerindekinden farklı bir araştırma mantıkları mı vardır, yoksa bütün bilim dallan için geçerli tek bir bilimsel araştırma mantığı tasarlamak olanaklı mıdır?",
  • "Ruhbilim ve insanbilim gibi farklı bilim dallarının yöntem ya da yasaları arasında bir `indirgeme' ilişkisine gidilebilir mi?",
  • `Bilim dallarının ele aldıkları farklı görüngülere hep aynı temel yasalarla yaklaşılabilir mi?"

 Bilim felsefesinde bu iki genel çalışma alanına ek olarak, çoğu durumda oldukça üst düzey bir özel uzmanlık bilgisi gerektiren, yalnızca konunun uzmanlarına açık, çok daha teknik konulara yanıt aramaya yönelik bir üçüncü soru kümesi daha bulunmaktadır.

Söz konusu alanda araştırmalar, çoğunluk fızik, matematik,. biyoloji gibi tek tek bilimlerin karşılaştığı sorunların, bu sorunları çözmek amacıyla izlenen yöntemlerin, araştırma sonucunda ulaşılan özgül sonuçların incelenip değerlendirilmesine yönelik olarak yürütülmektedir. Araştırmacılar başta fızik alanında olmak üzere matematik bilimlerinin birtakım özel teknikleriyle iş görürler. 

Ne var ki bilimsel uslamlamalar, işin doğası gereği "olasılık", "doğrulama", "açıklama" gibi birtakım temel kavramları kullanırken bu kavramların konu olduğu sorunlar üstünde durmazlar. İşte bilim dilindeki kavramların sorunların açığa çıkarıp bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapmak da bilim felsefesinin başlıca ödevlerindendir. Bunlar arasında uzam-zaman kuramlarının metafizik varsayımları, istatistiksel fizikte olasılığın ve olasılık hesaplarının yeri, kuantum kuramında ölçmenin yorumlanması, evrimsel biyolojide açıklama yapısı gibi araştırma konuları bulunmaktadır. 

Gelgelelim bilim Felsefesinin bu alanında çözüm aranan sorunlar, bilim dallarının araştırma konularının çokluğunu aratmayacak derecede uzun bir liste oluşturmaktadır. En önemlisi de bilimde baş gösteren yeniliklerle, yapılan buluşlarla listenin yeni baştan elden geçirilmediği gün yok gibidir. Özellikle yakın dönemde bilim felsefesi listesine eklenen, daha bir öne çıkan sorunlar arasında şunlar bulunmaktadır: "görelilik kuramından sonra `zaman' ile `uzam' kavramlarının kazandığı yeni anlamlar", "kuantum mekaniğinden sonra `nedensellik' ile belirlenmişlik' kavramlarının yeniden temellendirilmesi", "yapay zekâ ile düşünce arasındaki ilişkinin doğası". Günümüzde birtakım bilim felsefecileri, bilim felsefesinin bu tek tek bilimlerin kendi iç sorunlarına yönelik kavramsal çözümlemelerle sınırlandırılmasından yana görüş bildirmektedirler. 

Bu açıdan bakıldığında XX. yüzyılda bilim felsefesinin çözüm aradığı sorunların büyükçe bir bölümünün oldukça soyut,. alabildiğine de mantıksal bir çerçevede düşünülüyor olması bilim. felsefesine yöneltilen birçok eleştiriye kaynaklık etmektedir. Bilim. felsefecileri yapılan bu eleştirilere karşı ancak böylesi-ne teknik bir açıklama yordamıyla bilimsel etkinlikte öteden beri yapılagelen "buluş bağlamı"  "temellendirme bağlamı" arasındaki ayrımın ortaya konabileceğini ileri. sürerek kendilerini savunmaktadır. 

Ayrıca bilim felsefesinin bu boyutu, bütün bilim dallarına ilişkin genel bir soykütüğü çıkarmaya çalışması, bu amaçla çeşitli bilim bölümlemelerine gitmesi, bilimin kültürle, dinle, sanatla, etikle ilişkilerini araştırması bakımından oldukça önemlidir.. Yakın dönemde olgucu ("pozitivist' bilim felsefesi yapma tutumuna karşı tepki olarak doğan olguculuk sonrası ("post-pozitivist' bilim felsefesi anlayışında, bir bütün olarak bilim etkinliğine tarihsel, bağlamsal, kimileyin de toplumbilimsel yönleri öne çıkarılarak yaklaşılmaktadır. Olgucu bilim felsefesi daha çok İngilizce konuşulan ülkelerin çözümleyici felsefesinin tut-tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kullanılan kavramların, terimlerin ve ifadelerin anlamlarını açımlayıp betimlemeyi temel ödevi olarak görür. 

Buna karşı olguculuk sonrası bilim felsefesi, kıta felsefesinin ana bileşeni eleştirel felsefe yaklaşımıyla gerek bilim bütün kavramları, sorunları ve tasarımları yeniden kurmaya çalışmaktadır. 
Olgucu yönelimli bilim felsefecileri arasında Ayer, Hempel, Duhem, Carnap, Quine başı çekerken, olguculuk sonrası bilim felsefesinin önde gelen düşünürleri olarak Koyre, Popper, Kuhn, Feyerabend adları sayılabilir. 


Olguculuk sonrası bilim felsefesinin kalkış noktasını, genelde olgucu bilim anlayışının, daha özeldeyse olgucu temeller üstüne kurulmuş yerleşik bilim felsefesi anlayışının içerdiği sorunları ortaya çıkarılarak bilimin daha doğru bir kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu isteğe bağli olarak olguculuk sonrası bilim felsefeleri, :bilim tarihi bütün incelikleriyle mercek altına alınmadan bilimi anlamaya çalışan bütün bilim felsefesi çalışmalarının. başarısız olmaya mahkum olduğu saptamasında bulunurlar. 

Bu saptama uyarınca, bilimtarihinde yaptıkları “örnekolay “ çalışmaları doğrultusunda bir bütün olarak bilimsel etkinliğin doğasına yönelik açımlamalarda bulunurlar .Nitekim bilim tarihinde yaptıkları örnekolay çalışmalarıyla özellikle Koyre, Kuhn, Feyerabend gibi bilim felsefecileri bilim ile olgucu bilim felsefesinin yanlış temeller üstüne inşa edildiğini doyurucu bir biçimde tanımlamışlar ; en genel anlamda olgucu bilim tasarımının ardında yatan birtakım temel sayıtlıları bir daha onarılmamasına yıkmışlardır. 

'Bu sayıtlılardan .ilki bilimin;birikimli (cumulative) ..bir etkinlik olduğu yönündeki sarsılmaz inanca 'karşılık gelir. Bilim yapılan yeni.buluşlarla,:bulunan yeni gerçeklerle, ortaya atılan yeni varsayımlarla ilerlemektedir. Tarihsel bakımdan daha yeni:olan,`eskiye olana göre gerçekliği daha iyi açiklamaktadır. Bu anlamda, örneğin -tarihsel bakımdan daha yeni olan'"Newton Fiziği", gerçekliği Aristoteles Fiziği"ne göre her bakımdan daha iyi açiklayacaktır. .Kuşkusuz bilimin bu .temel sayıltısının .ardyöresinde, Aydınlanma 'Tasarısınca pompalanan "ilerleme düşüncesi' .yatmaktadır. 

Bu sayıltıya karşı, özellikle Kuhn 'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı çalışmasında bilimde ilerlemenin nasıl olduğunu açıklamak .amacıyla yaptığı "olağan bilim' ile "devrimci bilim" ayrımı, bilimsel İlerlemenin birikimli bir yapıda olmayıp tam tersine devrimci kesintilerle, kökten kopmalarla kendisini gösteren "paradigmatik” bir yapıda olduğunu açıklikla sergilemiştir. 
Bu nedenle, modern çağıcı bilim paradigması Newton fıziği, eskiçağın bilim paradigması Aristoteles fıziğine göre gerçekliği ne metafızik bakımdan, ne bilgikuramı bakımından, ne de başka bir bakımdan daha iyi açıklıyor değildir. 

Kuhn bu noktada paradigmâların 'birbirleriyle '"karşılaştırılamaz" olduklarını öne sürerek, paradigmalar arasındaki ilişkinin gerçekliği daha iyi açıklama sorusu :karşısında "ölçüştürülemez" oldukları sonucuna v:ırmaktadır. :Bir paradigmanın bir başkasına göre daha ye~tenir oluşu, gündelik yaşamın sürdürümü için -sağladığı pratik yararlarla ilgili bir konudur. Bir .başka deyişle, bir paradigmanın bir başka paradigmaya yeğlenmesi çoğunluk ussal bir açıklaması olmay.m, us yoluyla; temellendirilemeyecek öznel nedenlerin başka bir biçimde de olabilirliğinden (arbı'traıXııc.ri) kaynaklanmaktadır. 

Bilim felsefesinde kendisine sürekli.çözüm aranan bir paradigmanın bırakılıp bir başkasına geçilmesi sorununun, metafızik ya da bilgi kuramsal:bir' konu olmayıp -bilim tarihindeki örneklerden de görüleceği üzere- çoğunluk pragmatik bir konu olduğunun gösterilmesiyle bilim felsefesi tarihinde önemli bir kırılma gerçekleşmiştir. 

Meydana gelen bu kırılma sonrasında, bilimsel savların benimsenmesi konusunu hep yapılageldiği üzere buluş ile temellendirme bağlamları ayrımı üzerinden düşünme çerçevesi oldukça sorunlu bir Hale gelmiştir. Böylece, belli bir bilimsel kuramın bilim çevrelerince benimsenmesi sürecinde, ortaya atıldığı "buluş bağlamları'nın ancak söz konusu kuramın ya da varsayımın kanıtlamasının verildiği "temellendirme bağlamı"na bakarak olanaklı olduğu yönündeki sav da büyük ölçüde geçerliliğini yitirmıştir. Özellikle Kuhn'un başı çektiği bu yeni bilim felsefesi dalgası, bilimsel kuramların seçimi konusunu ussal, bilimsel ya da felsefi bir konu olmaktan çıkarıp ancak toplumbilimsel bir araştırmaya konu olabilecek bir sorun olarak yeniden dile getirerek dikkatleri seçkin, çoğunlukla da gücü elinde tutan bilim adamlarından oluşan egemen bilimsel toplulukların ya da cemaatlerin güce dayali iç işleyiş mantığına çevirmiştir.

Bilim çevrelerinde kabul edilebilir gibi görünmeyen bu olağandışı düşünsemenin içerimleri, bilim adamlarının belli bilîmsel kuramların gerçekliklerini tanıtlarken işlerine geldiğinde alabildiğine devrimci işlerine geldiğindeyse ne denli tutucu olabildikleri gerçeğine odaklanarak, bilimsel etkinliğin son çözümlemede sanıldığının tersine son derece öznel bir etkinlik olduğunu göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır 

Bilim çevrelerinde son derece büyük yankılar uyandıran Kuhn 'un bu vargısının en önemli sonucu, yerleşik bilim anlayışının bina edildiği bir ikinci sayıltı olan bilimin "nesnel" bir bilme etkinliği olduğuna duyulan inanca düşürdüğü kuşku gölgesidir. Bilimin nesnel olma savı, özellikle Feyerabend tarafından kapsamli bir biçimde sorgulanmış, bu savın ardında yatan dayanaklar eleştirel bir gözle tek tek ortaya serilmiştir. Feyerabend ,özellikle doğu ile uzak doğu kültürleri üzerine yaptığı karşılaştırmalı çözümlemelerden kalkarak, başka uygarlıklardan ayrı olarak Ban biliminin kendine özgü bir "ussallık" anlayışı olduğunu, kendi ussallığının olanaklı tek nesnel bilme etkinliği olduğu sanısının da işte bu anlayışın içinde içerimlendiğini yüksek sesle dile getirmiştir. Buna bağlı olarak tıpkı Kuhn gibi Feyerabend de farklı kültürlerin ussallık anlayışlarının birbirleriyle ölçüştürülemez olduğunun altını koyuca çizer. 



FELSEFE SÖZLÜĞÜ- Bilim ve Sanat Yayınları.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder