D.Scotus


John Duns Scotus
Yaklaşık 1274’de doğan John Duns Scotus İngiltere ya da İrlanda yerlisi ve bir Fransisken  mezhebi üyesi idi. Doğum yeri ve tarihi tam olarak bilinmemektedir. Oxford’daki eğitimi sırasında matematik alanındaki yeteneğini gösterdi ve Oxford, Paris ve son olarak 1308’de öldüğü yer olan Cologne’de öğretmen oldu. Diyalektik yeteneği ve eleştirel kavrayışı sayesinde üne kavuşmuştır. Roger Bacon ve Hales’li Alexander’dan etkilenmiştir ve St. Augustine ve St. Anselm’i en yüksek otoriteler olarak kabul etmektedir. Fransiskenler onu kendi mesleklerinin doktoru yapmıştır.

İnanç ve Bilgi
Duns Scotus’un felsefesi aşağıdaki öngörülere dayanmaktadır: Dogmalar, tartışmanın ötesindedir; inanç, en yüce doğruluğun temelidir; sevgi, temel erdemdir: İnanç ve sevgi, istenç temeli üzerinde bulunmaktadır ve onlar Tanrının görünümü durumundadır; istenç, zihinden daha üstündür. St. Thomas’ın inancın doğruları ile usun doğruları arasında hiç bir çatışmanın olamayacağı düşüncesini paylaşmaktadır; ve kendisi de, kuramlarını desteklemek için felsefi bilgilerden faydalanmaktadır. Onun düşüncesine göre us, dinin gizemlerini açıklamak konusunda yetersizdir ve inanç tarafından desteklenmelidir.

Ancak Duns Scotus, usun alanının sınırlamada St. Thomas’ın ötesine geçmiştir; matematik alanında çalışmaları gerçek tanıtlamanın nasıl oluştuğunu ona öğretmiştir. Tanrısal oluşun ussal tanıtlamaya uygun olmadığını ortaya koymaktadır. Böyle konularda yalnızca inanca bağlı kalınması gerekmektedir. İnanç, kuşkuyu tamamen önleyemez fakat en azından kuşku tarafından ikna edilmeyi önleyebilir. Tanrıbilimin ereği, kuramsal değil, pratiktir. Tanrıbilime ilişkin açıklanan bir öğreti olmaksızın, Tanrının insan oğluna yönelik ereğini bilemeyiz. Bilim bunu bize söyleyemez. Tanrıbilimin kendine özgü ilkeleri vardır ve olası en yüksek nesne olan Tanrı tüm bilimlerin üzerinde bulunmaktadır. Felsefenin de kendine özgü ilkeleri vardır; o, bağımsız bir bilimdir ve hiçbir şekilde tanrıbilimin yerini tutma iddiasında değildir. Vahiy yolu ile ortaya konan tanrıbilim ile felsefe arasında açık bir ayrımın yapılması felsefeyi, hizmetinde bulunduğu tanrıbilimden ayırmaktadır. Duns Scouts, inanç konusunda yaptığı ayırımda felsefeye bir özgürlük yolu açmaktadır. O, vahiy yolu ile ortaya konan doğruluğa önem vermektedir. Uygun bir şekilde kullanıldığında felsefenin din ile uyum içinde olması konusunda başarısız olunmayacağına inanmaktadır. Usun, dogmaları tanıtlayamayacağı doğrudur fakat tersi olarak ordan çürütemez. İnanca Scotus’tan daha az bağlı olan düşünürler, başka olanaklılıkların olduğunu düşünmektedir; us, dogma ile çatışarak sonuçlara ulaşabilir: Ardından, hem us hem de inancı kabullenebildiği gibi, dogmanın kendisini de terkedebilir. Bu alternatiflerin her biri dönemin bazı düşünürleri tarafından seçilmiştir

Tümeller Öğretisi
Duns Scotus, tümeller öğretisinde, St. Thomas’ın da kabul ettiği, dönemin kuramını büyük ölçüde izlemiştir. Tümeller, Tanrının zihninde biçimler olarak şeylerden önce vardırlar; öz ya da genel doğalarında olduğu gibi, şeylerin içinde bulunurlar; ve bizim zihnimizdeki soyut kavramlar olarak şeylerden sonra vardırlar. Tümeller, yalnızca, sonlu zihindeki idealar değildirler. Kavramsal bilginin gerçek bir nesnesi vardır. Eğer tümellerin hiçbir extramental gerçekliği yoksa, bütün bilimlerin yalnızca mantığa indirgenmesi gerekmektedir. Duns Scotus’u yönlendiren ilke, düşünce ve gerçekliğin uzlaşım içinde olmasıdır. Mantıksal sanılar ve ayırımlar yalnızca düşünce eylemleri değildirler, fakat onlara uygun bir gerçekliğe sahiptirler. Bu durumda bilgi ile nesnelerin özdeş olma gerekliliği bulunmamaktadır. Tikel nesnelerden başlamadan bu konuda fikir yürütemeyiz; tikellerden yola çıkarak tümel terimlere ulaşırız. Tür ve cins arasındaki mantıksal ayırımı kabul ederek cinsin, türleri kapalı olarak içinde barındırdığı sonucuna ulaşırız. Türler de, bireyleri kapalı olarak içermektedir. Bireyler arasında ayırt edici kişisel farklılıklar bulunmaktadır. Ayırım oluşumu bireyden daha öteye geçemez çünkü;mantıksal olarak bireyi bölemeyiz; her birey ya da tikel şey bölünebilir bir birlik, nihai bir gerçeklik, mantık sınırı ve metafiziksel bir ayırımdır. Bu, ilkel bir birey oluşturan bireysel farklılıktır; cinsler, cins artı özgün farklılıktır, bu durumda, birey, cins artı bireysel farklılıktır. Evrensel doğa ya da öz ya da nelik-whatness (quidditas), burada bireysel doğa tarafından buluk-thisnes (daha sonraki yazarların ifade ettiği şekliyle haecceitos) tarafından tamamlanmıştır. Mantıksal olarak insanoğlu, hayvana insanlık özel farklılığı eklenerek ortaya çıkmıştır. Sokrates ise bireye özgü Socratitas özyapısının eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Duns Scotus, bireysellik ilkesinin, St.Thomas’ın öğrettiği gibi özdekte değil, bu bireysel farklılık içinde bulunduğunu ortaya koymaktadır. İlkel şey neyse odur. Bunun nedeni özdeği değildir— eğer böyle olsaydı aynı cinslerin üyelerinin hepsi aynı olurdu—bunun nedeni onun bireysel doğası, bireyselliğidir. Bireysel farklılık, bir şey (res) ya da bir nesnenin genel özyapısına eklenen bir varlık değildir. Bu yalnızca mantıksal bir farklılık değil, genel özyapı ile uyum halinde bulunan bir nitelik ya da karakterdir.

Tümeller ya da genel kavramlardan aşağı inerek sonuçta bireylere ulaşırız; fakat karşıt yönde ilerlendiğinde tümel ya da aşkın kavramlara, yaradılışın (ens) en yüksek düzeyine ulaşırız. Yaradılışın yanı sıra, diğer aşkın kavramlar bulunmaktadır—birlik, iyilik, doğruluk; özdeşlik ve çeşitlilik; belirsizlik ve gereklilik; gerçeklik ve gizillik.
[…]
Frank Thilly- Felsefenin Öyküsü- Yunan ve Ortaçağ Felsefesi- Çeviri: İbrahim Şener. İzdüşüm Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder